31 Mart seçimleri öncesi Özhaseki’nin üniversite yıllarında ülkücü olduğunu iddia edenlere, “25 yıl Kayseri’de belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçi şayet ülkücüyse bunu hepimizin bilmesi gerekirdi. Ankara’da bir ülkücü aday varsa o da Mansur Yavaş’tır” demiştik.

Çünkü ülkücülük herseyden önce bir hal beyanıdır. Beyan edilmemiş yani açıklanmamış bir ülkücülük yok hükmündedir. Mansur Yavaş ülkücü kimliğini hiçbir zaman gizlemedi. “Bana oy verenler, ülkücü olduğumu bilerek oy versin” dedi. Sonuçta 124.489 oy farkla seçimi kazandı.

Gelelim İstanbul’a...

Binali Yıldırım da Ekrem İmamoğlu da ülkücü değiller. (Olmak zorunda da değiller!) Dolayısıyla iki adayla da aramızda maziye dayalı bir “ülkücü hukuk” bulunmamaktadır.

O halde, 23 Haziran’da oy kullanırken adayları ülkücülük terazisinde değerlendirmek mümkün değildir.

Adaylardan biri lehine destek açıklaması yaparken ülkücü kimliğin ya da geçmişin referans olarak gösterilmesi gerçekçi değildir.

Adaylardan birini desteklemeyi ülkücülüğün gereği olarak ifade etmek abestir. Zira ülkücülerin siyaset yaptığı partilerin (MHP ve İYİ Parti) kendi adayları yoktur. Tekraren hatırlatırım ki adaylar ülkücü değildir.

Ülkücüler 23 Haziran’da sandığa gitmelidir. Ve İstanbul Belediyesi’ni kimin daha iyi yöneteceğine inanıyorlarsa hür iradeleriyle oylarını o adaya vermelidir.

Duamız odur ki yarınlarda, Ankara’da olduğu gibi İstanbul’da da, İzmir’de de halkın gönlüne girmeyi başarmış ülkücü adayların seçimleri kazandığı günleri hep birlikte görürüz.

Selam doğru yolda gidenleredir.