Bir seçim sürecini daha geride bıraktık. Muhalefet bir kez daha iktidara geleceğine inanarak ümitlendi, iktidar ise en başından beri sanırım ne yaptığını en iyi bilen, sahadan en doğru haberleri alan ve milletin ne istediğini en doğru şekilde çözümleyen konumunu korudu.

Bu seçimler aslında bir anlamda da referandum özelliği taşıyordu zira Erdoğan yanlıları ve karşıtları kendilerini Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ifade etme şansı yakalarken, AKP ve diğer partiler arasında tercih yapma şansını da milletvekilliği seçimlerinde gösterdiler.

Ve bir kez daha ortaya çıktı ki Recep Tayyip Erdoğan hemen her referandumda da gözüktüğü gibi yüzde 51-53 desteği alacak bir hareket alanına sahip. Yani; destek veren bazen islamcılar, bazen liberaller, bazen HDP’liler, bazen tarikat ve cemaatler, bazen de milliyetçiler oluyor ancak Erdoğan bir şekilde yüzde 51-53 desteği sağlayacak bir alanı kendisi için açabiliyor.

İşte bütün mesele de burada düğümlenmişti. Rakipleri, meydanlarda bir ekonomik kriz algısı işlediler ancak bu krizi nasıl çözeceklerini izah edemediler. Muharrem İnce’nin “Saray’a kaynak nereden bulunduysa, oradan kaynak bulurum” tavrı da, Akşener’in “TRT’yi satacağım” çıkışları da halka güven vermedi. Halbuki kriz zamanlarında, insanların en çok güvendikleri değil; en çok bildikleri markaya eğilim gösterdikleri konusunda bir çok araştırma mevcut ancak anlaşılan Cumhurbaşkanı adayları yeterli danışmanlık hizmetini de alamadılar.

24 Haziran 2018 seçimleri Tayyip Erdoğan için güven tazeleme anlamı taşırken, Muharrem İnce ve Meral Akşener içinse bir anlamda staj seçimleri olarak kayda geçti.

Erdoğan’ın konsolide ettiği yüzde 38-40’lık oy oranı ve her dönem ortaya çıkan yüzde 10-12’lik ittifaklar ile yerleştiği yüzde 50-52 bandından oy alamadan, Türkiye’de bir değişiklik olmayacağını umarım ki herkes anlamıştır.

Şunu da belirtmeliyim ki, Erdoğan, 24 Haziran seçimlerinde yüzde 52 bandına “Milliyetçi” söylemlerle oturdu. Gerçekten de Milliyetçiliğin gerek içerideki gerek dışarıdaki gelişmeler ışığında yükselişe geçtiği bariz şekilde ortaydı.

Bu kadar ciddi bir saha açılmışken, rakiplerinin “merkez” diye ne idüğü belirsiz, artık dağılmış, tarihe karışmış hatıralar ve kalabalık mitinglerden başka günümüze kendisini taşıyamayan hayali bir topluluğun peşine düşerek, milliyetçi söylemlerden uzak durması da doğrusu Erdoğan’ın elini güçlendirdi ve işini kolaylaştırdı.

Umalım ki bir dahaki seçimlerde milliyetçiliğin edebiyatını yapanlar değil; çilesini çekenler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden galibiyetle çıksınlar.

Muhalefetin ne yapması gerektiğini bir dahaki yazıda irdeleyeceğiz.