Yesevi'den, Hacı Bektaş Veliye, Aşık Paşa'ya, Mevlâna'dan Yunus'a, Nesimi'den, Pir Sultan'a, Sarı Saltuk'a; Türk kültür havzasının manevi önderlerinin yaktığı insanlık ve hümanizm meşalesini çağın idrakinden süzerek, Gül Baba'dan, Taç Mahal'e, Mekkeli Yetimin Kutlu Ocağına, Altaylar’dan Tuna boylarına ve çağlar ötesine taşıma gayretiyle ömrünü tamamlayan Başbuğ Alparslan Türkeş'in evlatları olan siz kardeşlerime uzak diyarlardan merhaba...


Bu benim ilk köşe yazım olacak...


Öncelikle Alparslan Türkeş'in ismini duyunca heyecanlanan okuyucularıma, sizlerle buluşmama imkan sağlayan CiddiGazete yönetimine, ülküdaşlarıma çok teşekkür ediyorum.

-

Hayatımda açtığım bu yeni sayfanın mayıs ayına denk gelmesi ve bana babam Alparslan Türkeş'in aktif siyasete giriş kapısının açıldığı tarihi hatırlatması sebebiyle, ilk yazıma 1960 ihtilalinden bahsederek ve babamdan bu konu ile ilgili duyduklarımı aktararak başlamak istiyorum.

-

Babam Alparslan Türkeş, aktif siyasete girmeden önce, gönlünde Türk milletini muasır medeniyetler düzeyine taşıma aşkı olan, şerefli Türk ordusunun şerefli bir subayıydı...


Türk ordusunda görev yaptığı dönemde de tek amacı Türk devletini korumak ve güçlendirmek olmuştu...

Siyasi hayatı da aynı doğrultuda devam etmiştir.


27 Mayıs ihtilali tartışılırken, Alparslan Türkeş ismi elbette ki anılacaktır. Türkeşsiz bir "27 Mayıs”, elbette ki tarifi yarım kalır. Herkesin kesip biçtiği, kendi penceresinden ve günlük siyaset mühendisliği ustalığıyla biçimlendirmeye çalıştığı 27 Mayıs'taki Türkeş'i bir de benden dinleyin!



Konuya, babamın bizzat kendisinin Hulusi Turgut ile yazdığı “Şahinlerin Dansı" isimli kitabından aktararak girmek istiyorum.

İlk olarak, 1958 yılında Talat Aydemir babamı Demokrat Parti iktidarının Türkiye’yi gitgide kötüye götürdüğü gerekçesi ile bu iktidarı devirip, Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidara taşıma organizasyonunda yer almaya davet etmiş ancak babam Talat Aydemir’e, "İsmet Paşa bu ülkeyi 27 sene idare etti. Bu bahsettiğiniz yoksulluklar, aksaklıklar, geri kalmışlıklar falan onun sorumluluğudur. Şimdi yine onu iktidara getirirseniz ne verecek memlekete? Ne getirebilir memlekete? Atatürk’ün emri var, Asker politikaya karışmaz. Subayın politika ile uğraşmaması lazım. Tarihimizde bir Balkan faciası yaşadık. Onun için siz bana bu seferlik bir şey söylememiş olun; ben de böyle bir şey duymamış, işitmemiş olayım” demiştir.

İlerleyen günlerde, kendi komutanı Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, bizzat babamı bu hareketin içinde olması için ikna etmeye çalışmıştır. Babam da bu harekatın kesin olarak gerçekleşeceğini görünce, sol cunta gibi düşünülen ve Adanan Menderes’in asılarak iktidarın CHP’ye teslim edilmesiyle sonuçlanacak bir ihtilalin gidişatını değiştirebilmek amacıyla, sonradan harekata dahil olmuş ve Ankara’ya gelmiştir.

Bu hareketin Ankara ayağı ile irtibata geçmiş ve düzenli aralıklarla Ankara’daki heyet görüşmeleri devam etmiştir. Kendisi, bu görüşmeler sürerken kafasının karıştığını belirtmiştir. Çünkü, Ankara’daki ekip de DP’yi devirip CHP’yi getirmenin üzerine yoğunlaşmış ve bunun en kolay çözüm olacağına inanmıştır. Babam da kendi kendine "Demokrat Parti, anayasaya göre kurulmuş bir siyasi parti. Demokrasilerde çeşitli siyasi partiler var. Dolayısı ile DP’yi CHP’nin karşısında bir parti olarak suçlamak doğru değil. O da seçim kazanmış, iktidar olmuş. Hataları olabilir. Bizim DP’ye kızıp, CHP taraftarlığı yapmamız doğru değil" diye düşündüğünü ve Ankara’daki arkadaşlarına da yanlış düşündüklerini söylediğini anlatıyor.

 Ayrıca, ihtilal komitesinin başı olan Cemal Gürsel’in de direkt Adnan Menderes’e karşı bu harekatı yapma eğiliminde olmadığını, bu düzen bozukluğundan, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın sorumlu olduğunu düşündüğünü ve Celal Bayar yerine Adnan Menderes’i Cumhurbaşkanı yaparlarsa her şeyin düzeleceğine inandığını belirten bir mektubunun elinde olduğunu anlatmaktadır. (3 Mayıs 1960 tarihinde dönemin Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazılmış, bir nüshası da babama verilmiştir). Ancak, 27 Mayıs’ta ihtilal gerçekleştikten kısa süre sonra ihtilalin tamamen yön değiştirdiğini belirten babam, Cemal Gürsel’in de 9 Haziran 1960'ta söz konusu mektupta değişiklikler yaptırdığını anlatmaktadır ve kitabında bu iki mektubun orijinal halini yayınlamıştır.

Bunlara ek olarak, bu dönemde kendisinin Başbakanlık Müsteşarı olarak atandığını, herkesin Başbakanlık yerine neden müsteşarlığa atanmasına tepki vermediğine şaşırdığını hep anlatırdı ve derdi ki; "O dönemde tek amacım kısa zamanda çok iş yapmak olduğu için müsteşar olarak atanmayı kabul ettim."

Müsteşarlık yaptığı kısa dönemde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye Bilim ve Teknoloji Kurumu (TÜBİTAK), Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) gibi önemli kurumları kurduğunu belirtmiştir. 

Ancak, daha önceden de belirtildiği gibi sonradan ihtilalin el değiştirdiğini ve kendisinin girme amacından saptığını, bu yüzden ihtilal heyetine muhalefet ettiğini ve bunun sonucu olarak da kendisinin ve 13 arkadaşının (14’ler olarak bilinen) yurt dışında görevlendirmek üzere sürülerek tasfiye edildiğini vurgulamıştır. Babam bu dönemde Hindistan’a Türkiye’nin Büyükelçiliği Müşaviri olarak gitmiş ve 1963 yılında Türkiye’ye dönmüştür.

Her ne kadar Menderes döneminin Anayasa'ya ve yeminlere aykırı, Türkiye’yi kaosa sokan icraatları olsa da babam ihtilalin en başından beri her türlü işkenceye ve idama karşı çıkmıştır.

Merhum Adnan Menderes’in de kendisi sürgündeyken idam edildiğini; idam edileceği haberini aldığında bunun çok yanlış olacağına dair Cemal Gürsel’e mektup yazdığını ama ona rağmen idamların infaz edildiğini hep üzülerek anlatırdı.

Bu konuda çok açık, tarihi bir uyarı niteliğindeki Cemal Gürsel’e yazdığı bu mektubunu da "Şahinlerin Dansı" adlı kitabında yayınlamıştır.

Ama maalesef, tüm bu gerçeklerin aksine, babam tüm siyasi hayatı boyunca Adnan Menderes’i idam ettiren kişi olarak yaftalanarak kamuoyunda yanlış bir imaj çizilmeye çalışılmıştır. Günümüzde dahi ara ara bu suçlama siyasi saiklerle gündeme gelmektedir ve yine kendisi 1960 ihtilalinde yaşadığı tecrübeler sonucu en kötü demokratik yönetimin, en iyi ihtilalden daha iyi olduğu sonucuna vardığını ve siyasi hayatını da bu düstur üzerine tam demokrasi inancı ile sürdürdüğünü de her zaman vurgulamıştır...

Babam, gerek siyasi hayatında, gerek aile hayatında, gerek sosyal ilişkilerinde gerçek bir demokrattı...


Her konuda istişare eder ve istişarenin de sünnet olduğunu hep söylerdi. Bunu şöyle bir örnekle anlatmam mümkün: 1980 öncesi kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükûmetindeki MHP’li bakanların seçimini bile kendisi yapmamış, bu kararı Parti Divan Kurulu’na bırakmış ve toplantıya etki etmemek için katılmamıştır. Hiçbir zaman yasa dışı hareketi olmamış; hiçbir yasa dışı organizasyonda yer almamış ve böyle hareketleri desteklememiştir.

Her zaman adil olmuş ve hukukun üstünlüğünü savunmuştur. Kişisel menfaatini hiç gözetmemiştir.


1963’te girdiği Türk siyasi hayatında da son nefesine kadar aktif rol almış ve çok büyük hizmetler yapmıştır. Her ne kadar yaptıkları devamlı engellenmeye çalışılmış olsa da veya hiç dillendirilmese de vefatından sonra büyüklüğü ve değeri her geçen gün daha çok anlaşılmakta ve hala Türk siyasi hayatındaki gücü devam etmektedir.


Başbuğ Alparslan Türkeş’in kurucusu olduğu parti, günümüzde Türkiye yönetiminde aktif rol almakta; muhalefette de kendisinin yetiştirdiği kıymetli insanların hizmet verdiğini görmekteyiz. Türkeş, Türk siyasi hayatında çok zorlu dönemleri göğüslemiş, bunun sonucunda da tüm dünyada tanınmış ve Türk siyasi hayatında kimsenin Türk dünyası ve dış Türkleri sahiplenip anmadığı dönemlerde onlar için mücadele ederek, dünya Türklüğünün lideri olarak tarihe geçmiştir.

Şerefli ve haklı davasındaki yılmaz mücadelelerle dolu hayatı içerisinde milyonlarca insan yetiştirmiş, tüm dünyadaki Türklere sahip çıkarak, onları bir araya getirerek teşkilatlandırmış ve her geçen gün daha çok tanınan, değeri anlaşılan tarihi bir lider, bir insan olarak gönüllerde hak ettiği yeri almıştır.

Onu hala anlamayıp yanlış düşünceler taşıyanlara gerçekler anlatılarak aydınlatılması görevi de bizlere ve onu seven milyonlarca Türk milliyetçisine düşmektedir. Her zaman, aziz hatırası önünde saygıyla eğilerek; kendisini şükran ve hayırla yad ediyoruz.

Unutulmamalıdır ki; O hem şerefli Türk ordusunun şerefli bir Türk subayı, hem de şerefli Türk devletine son nefesine kadar hizmet etmiş şerefli bir devlet adamıydı.
 Çizdiği yol ve ilkeleri devletimiz var oldukça, Türk milliyetçilerine hep ışık tutacaktır. Bu sebepten ötürü BAŞBUĞLAR ÖLMEZ…

Sağlıcakla kalın…