Hürriyet Plaza'nın 13. katında hazırlanan, tirajı yaklaşık 600 bin olan, yayın yönetmenliğini Rahmi Turan'ın yaptığı Gözcü Gazetesi'nde çalışıyordum...
18.15 servisi gitmiş, bizim kata bir sessizlik hakim olmuştu. Gececi Timuçin'i beklerken, geçen ay kaybettiğimiz Sözcü Gazetesi'nin Haber Müdürü, sevgili dostum o zaman Gözcü'nün istihbarat şefliğini yapan Baki Avcı iki kahveyle bizim servise damladı.
Gece nöbetçi olduğunu ama önemli bir işi çıktığını, acil durumda birinci sayfada birşey olursa yazmamı istedi. Kendi sayfalarımın dışındaki işlere karışmak pek adetim değildi ama Baki'yi de kıramadım...
Kahveleri bitirdik, Baki kaçtı! O arada bizim gececi de geldi.
Takip edilecek işleri söyleyip, servisin köşesindeki masaya ayaklarımı uzatıp ufaktan kestirmeye başladım.
Neredeyse yarım kilo ağırlığındaki Nokia cep telefonu acı acı çalınca, bakıp bakmamak arasında tereddütle açtım telefonu. Karşı taraftaki bir şeyler söylüyor ama ben farklı bir boyuta geçtiğim için söylenenleri duymuyorum. Telefon elimden düşmüş, etrafımda sanki bir anafor... Kaskatı kesilip yığılıp kalmışım...
O sırada yazı işlerindeki çömezler de hareketlenmiş. Ajanslar kara haberi geçmeye başlamış.
Taşra baskısı bitmiş, şehir baskıları için manşet yıkılmış.
Hayatımın en zor haberini yazdım. Timuçin gözyaşlarımı silerken, ben Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefat haberini Gözcü Gazetesi'nin manşetine girdim...
Bunun ne demek olduğunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil.
Ertesi gün ne mi oldu? Başbuğ'a olan sevgimi bilen Rahmi Turan, bana cenazeye katılmam ve kafamı toparlamam için 15 gün izin verdi.
15 gün sonra gazeteye döndüğümde masamın arkasında iki metrelik Başbuğ afişi, masamda "Başımız sağ olsun" notu iliştirilmiş bir demet çiçek...
Ve bunları yapan insanlar "komünistler!" Onu sadece biz değil, herkes çok sevdi...
Nur içinde yat Başbuğum...
Bedenen olmasa bile, ruhen hala bizim önümüzde yürüyorsun.
Mekanın cennet olsun.