- “Başında sarığın var, gel bizim şu cenaze namazını kıldır da cenazemizi kaldıralım...”

- “Ben hoca değilim ki!...”

- “Sarıklı, cüppeli bir adamsın kıldır şu namazı...”

- “Peki o zaman, saf tutun...”

- “Allahuekbeeeer...”

Namaz biter ve mevtanın üzerindeki örtüyü kaldırıp kulağına bir şeyler mırıldanır...

Halk merakla sorar?...

- “Ne dedin mevtaya?..”

Cevap verir meraklı halka...

“Sen şimdi öldün, kurtuldun gidiyorsun ahirete... Eğer orada sana sorarlarsa dünyanın halini, 'BEKRİ MUSTAFA İMAM OLDU' dersin, onlar anlarlar dünyanın halini” dedim.

Eveeeeet değerli dostlar...

Bugünkü durağımız da BEKRİ MUSTAFA (HAZRETLERİ).

Bekri Mustafa’yı duymayanınız yoktur sanırım...

4. Murat döneminde, 1590’lı yıllardan itibaren yaşayan, hatta 4. Murat ile iyi bir arkadaşlığı olan boylu poslu, yiğit bir Kadırga çocuğu...

Babası yorgancılık yapan biri...

Mustafa küçük yaşta Küçükayasofya’da hocalardan ders alan, hafız olan ve çok iyi eğitim alan bir çocuk...

Aradan zaman geçer, zengin bir ailenin kızına gönlünü kaptırır...

İsterler kızı ama “Sen yorgancısın, fakirsin” diye vermezler...

Bu arada baba-anne vefat eder...

Bırakır medreseyi, dini ilimleri, yorgancılığı ve vurur kendini içkiye...

Kumkapı’daki Agop’un meyhanesi artık onun mekanı olmuştur...

Rakının başına bir oturur, bir daha kalkmaz, hiç de ayık gezmezmiş...

Çok rakı içen, ayık olmayan manasına gelen BEKRİ lakabı, işte bu dönemlerde takılmış kendisine...

İstanbul’un bütün içkili eğlence mekanları Bekri Mustafa ile şenlenirmiş...

Özellikle de Haliç’te bir zamanlar Balıkpazarı olarak kullanılan bölge, en gözde içkili eğlence yeri imiş...

Peki neresi orası?..

Hani Eminönü denilince balık-ekmek akla gelir ya!..

Hah, şimdi kayıklarda balık satılan ve binlerce insanın doluştuğu, ellerinde balık ekmek dolaştığı o mekan ile otobüs duraklarının olduğu ve Ahi Çelebi Camii’ne kadar olan bölge Balıkpazarı...

İşte bizim Bekri Mustafa, artık oranın müdavimi, içkicilerin de piri...

Gelin görün ki, an gelir 4. Murat tahta çıkar...

Aslında iyi bir içicidir 4.Murat...

Kendisi içer de halka içirmemek için çok baskı yapar...

İşte o zamandan itibaren Bekri Mustafa ve rakıcılar için kabus başlar...

İçki içen, 4. Murat’ın gazabına uğruyor...

Ne yapsın garibim Bekri Mustafa, gizli gizli içmeye devam...

İşte asıl hikayeler de bundan sonra peş peşe gelmeye başlar:

4. Murat bir gün veziri ile beraber tebdili kıyafet edip denetime çıkar. Haliç kıyısına gelir ve bir kayığa biner ve “Çek kürekleri kayıkçı” der...

Biraz açıldıktan sonra kayıkçı, bir testi çıkarır ve başlar içmeye...

Kimdir bu kayıkçı?..

Tabii ki bizim BEKRİ MUSTAFA...

4. Murat hiddetlenir ama belli etmeden; “Uzat testiyi de ben ve arkadaşım da içelim” der.

Bekri Mustafa karşı çıkar, “Sizin gibi beyzadeler bunu içemez. Su değil bunun içindeki rakıdır. Hem beni hem kendinizi yakarsınız” der.

4. Murat ısrar edince, uzatır testiyi padişaha. Padişah bir yudum içer sonra testiyi vezirine verir ve sorar; “Padişahtan korkmuyor musun sen?” diye.

“Korkarım ama padişah içkiyi karada yasakladı. Denize kim bakacak?.. Beni burada kimse görmez” der.

Padişah bunun üzerine; “Peki ya ben haber verirsem ne olacak?” diye sorar.

“Veremezsin, sen de benimle beraber içtin ikimizin de kelleleri düşer.”

En sonunda padişah dayanamaz.

“Peki ya ben padişah, yanımdaki de Bayram Paşa ise” der.

Bekri Mustafa bırakır kürekleri elinden, basar kahkahayı.

“Ben demedim mi size göre değil bu diye. İki yudum rakı içtiniz, biriniz padişah, biriniz vezir olmaya kalktınız...”

4. Murat, taaa şehzadeliğinden tanıdığı Bekri Mustafa’ya dokunulmaması gerektiğini tembihler ve gizli içmesini ister...

Gel zaman git zaman bir gün yine karşı karşıya gelirler padişah 4. Murat ile Bekri Mustafa...

Yine bizim Bekri Mustafa, elinde testi, kuytu bir yerde demlenmektedir...

4. Murat ise yine tebdili kıyafet denetimde...

Görür Bekri’yi ve varır yanına...

Padişahı görünce testiyi arkasına saklar Bekri Mustafa...

Padişah, “Sağ elini uzat” der...

Bekri sağ elindeki testiyi sol eline alır ve uzatır...

Padişah bu kez, “Sol elini de uzat” der.

Bekri testiyi sırtı ile duvara sıkıştırır ve sol elini de uzatır...

Padişah, “İki adım öne gel” deyince, Bekri Mustafa artık dayanamaz ve;

“Benimle oynama Murat, testiyi kırdıracaksın” der...

Yine bir gün Bekri, salaş, yıkık dökük bir yerde demlenmektedir. Padişah 4. Murat ise tebdili kıyafet denetimde...

Bacası tüten bu salaş yeri görür ve girer içeri...

Yanaşır Bekri Mustafa’nın yanına...

Bekri sorar, “Nereden teşrif edersin?”

“Topkapı’dan” der padişah...

-“İsmini bağışla hele!..”

-“Murat.”

-“Anladık, başında sultan multan var mı?..”

-“Var, ben Sultan Murat...” deyince padişah;

Bekri Mustafa, “Buyrun cenaze namazınaaaaa!” der ve oraya sırt üstü uzanır...

Çok tabii hikayeleri Bekri Mustafa’nın. Ben sadece bir kaçını aldım buraya...

Haaa Bekri Mustafa, aynı zamanda bildiğimiz Tuzsuz Deli Bekir var ya, hah işte öyle de anılır...

Peki nereden gelir Tuzsuz Deli Bekir ismi?..

Şurdan:

Bir gün gece geç vakte kadar demlenmektedir Bekri…

Meyhaneci bir tek bizim ayyaşı beklemektedir…

Subaşı ve kolluk kuvvetleri gelir ve meyhaneciye çıkışır, “Niçin bu saate kadar kapatmadın?” diye...

Rüşvet ile kurtarmaya çalışsa da meyhaneci, bakar ki başı belaya girecek işaret eder Bekri’yi...

“Kalkmıyor beyim, hala içiyor” der...

Subaşı Ahmet Ağa sinirle bağırır:

- “Bre ne vakte kadar içeceksin?”

Bekri kayıtsızca cevap verir:

- “İçkimin meyanesi gelmedi, gelinceye kadar içeceğim. Sana ne!”

Subaşı Ahmet Ağa hiddetlenir:

- “Bre herif, bana Subaşı Tuzsuz Ahmet derler.”

Bekri Mustafa elbette altta kalmaz:

-“Bre Tuzsuz Ağa… Seni bir tuzlayayım da sen de benim ne Bekri olduğumu öğren, unutma!..”

Ağayı belinden tuttuğu gibi meyhanenin ortasındaki yarısı boş tuzlu balık fıçısının içine tıkar ve evire çevire tuzladıktan sonra çıkarıp meyhane kapısı önüne bırakır.

Uzun boylu, iri yapılı, geniş omuzlu, pos bıyıklı, güçlü, son derecede zeki, nüktedan ve hoşsohbet, hazır cevap ve hakbilirliği ile herkesin takdirini ve sevgisini toplayan Bekri Mustafa, 41 yaşında iken hastalanır ve üç gün içinde vefat eder...

Cenazesi vasiyeti üzerine Balıkpazarı meyhanelerinin olduğu yere gömülür...

“Pir”lerini kaybeden rakı arkadaşları her gün mezarı başında içki içerler, rakı ile toprağını sularlar...

Hatta öyle anlar olur ki, İstanbul kadınları (Biz her mezarı evliya türbesi yaptığımız için) mezarın başına gelir dua ederler, mezar toprağından alıp kocalarının suyuna katarak içirirlermiş ki, içkiyi bıraksınlar diye...

Gel zaman git zaman esnaf, Bekri Mustafa’ya bir mezar yapar ve başına bir taş dikerler...

Taa ki Bedrettin Dalan’ın belediye başkanı olduğu döneme kadar...

Haliç kıyılarını boydan boya yıka yıka gelen belediye ekipleri, bu mezarı da oradan alırlar işte bugünkü yerine yani Eminönü otobüs duraklarının Haliç yakasında İSPARK otoparkının içindeki küçük bir türbeye gömerler...

Hem de kimin yanına biliyor musunuz?..

Peygamber soyundan geldiği rivayet olunan Şeyh Abdurraif Samadani Hazretleri’nin yanına...

Tabii türbenin girişine de tabelası asılır;

“BEKRİ MUSTAFA HAZRETLERİ”

“RUHUNA FATİHA”

Aşağıda fotoğrafını göreceğiniz türbede iki kabir var, baştaki Şeyh’in, sondaki de “İÇKİ ALEMİNİN PİRİ”nin!..

Eveeet işte böyle dostlar…

Ders alınır mı?..

Bilmem…

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler…

Selamlar, sevgiler…