Bugün 4 Nisan.
Rahmetli Başbuğ’u Hakka uğurladığımız gün.
İdeolojik kavramlardan uzaklaşan Ülkücüler 4 Nisan’ı tefekkür günü, muhasebe fırsatı olduğunu akıllarına bile getiremiyorlar.
Tüketim toplumlarında fazilet değerleri bile tüketiliyor.
Ülkücüler için 4 Nisan “panayır günü” gibi bir şey oldu:
“Başbuğ’un kabrinde hadi bi gurd yapalım gardaş, az sağa dön, ışık da iyi, tamam çekiyorum...”
***
Bir kuşak yetiştiren Nihal Atsız’ın eserlerinin senelik satışı: 1500.
Türkeş’in Dokuz Işık kitabının senelik satışı: 1200.
Durum böyle olunca da fikir nanay, kültür tın tın.
Olsun; hiç önemi yok bunların.
“Model insan” tercihimizde kör biatçılık birinci sırada.
Birinci sırada çünkü soran, sorgulayan, düşünen insanlar “Sakıncalı Piyade”.
Güdülmesi kolay, manüplasyonu kolay bir kitle var önümüzde.
Kim bilir, belki de emperyal bir toplum mühendisliğinin ürünü bu kitle.
***
Üstad Cemil Meriç bir yazısında şöyle diyordu:
“Tanzimattan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı. Ama bu ütopya sonuna kadar yaşanmadıkça, gerçeği görebilir miydik? Kalabalık, kayaya yapışan bir midye şuursuzluğu ile geleneklerine sarılmış, cebin ve uyuşuk. Arada bir uyanır gibi oluyor sonra tekrar dalıyor derin uykusuna.”
“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yemeli” demiş atalarımız.
Ne gezer?.
“Kayaya yapışan midye şuursuzluğundaki kalabalıklarr” şimdi kaynar süt kazanına başını sokuyorlar.
***
İnsanlar kavramlarla anlaşır, kaynaşır ve ortak bir hedefe yürürler.
Kavramlara yüklediğiniz anlamlarda birlikteliğiniz yoksa fikir birliğinden, ülkü birliğinden söz edilemez.
“Hadi bi gurd yapalım gardaş, az sağa dön, ışık da iyi...”
Şimdi gelinen bu noktada ideolojik kavramlara da ihtiyaç kalmadı.
Bugün 4 Nisan.
Nereden nereye geldiğimizin muhasebesi beyin zonklatıyor.
Hohlaya hohlaya buz dağlarını eritmiştik.
Şimdiyse avucumuzda bir avuç çamur kalmış.