Değerli dostlar, bu yazıyı her cümlesini içinize sindire sindire, teeek teeek okuyun lütfen...

BİR HİLAL UĞRUNA ŞEHİT OLAN TÜRK ANASI...

Gariban, fakir bir köy kızıydı...

Daha yeni basmıştı 16'sına...

Çocuk olmasına rağmen evlendirildi köyün delikanlısıyla...

Evlendi evlenmesine de doyamadan birbirlerine askere aldılar 4 aylık kocasını...

Gitti ve bir daha da dönmedi...

Şehit düşmüştü bu toprakları tekrar vatan yapmak uğruna...

4 aylık gelinken 16'sında dul kaldı...

Bu kez de verdiler, savaşta bacağının birini, gözünü bırakan yaşlı gazi Topal Yusuf'a...

20'sinde ise BİR HİLAL UĞRUNA ŞEHİT OLDU...

Eveeet değerli dostlar;

Bu vatana hayırlı evlat yetiştiren annelerimiz...

O güzel mutluluğu tatmak için gün sayan anne adaylarımız...

Bacılarımız...

Kızlarımız...

Gelinlerimiz...

Nene Hatunların, Nezahat Onbaşıların, Gördesli Makbulelerin, Kara Fatmaların torunları...

Emeller...

Ayşeler...

Fatmalar...

Güller...

Zeynepler...

Aylinler...

Aynurlar...

Ahular...

Banular...

Türkanlar

Baharlar...

Meraller...

Sevgiler...

Tülaylar...

Aylalar...

Nurtenler...

Yıldızlar...

Selmalar...

Ayçalar...

Veeee daha nice nice canlar...

Gelin bugün sizinle şöyle bir tarih turu yapalım...

1920'li yıllara gidelim hep birlikte...

Bu toprakların tekrar vatan olması için gencecik fidanların toprağa düştüğü, 15'liklerin arkasına bakmadan şehadete koştuğu yıllara...

Her karış toprağına şehit kanının aktığı yıllara...

Kefere devşirmelerin vatan sattığı, Türk evlatlarının ise toprağına, ezanına, bayrağına sahip çıktığı yıllara...

Türk Milleti'nin istiklal mücadelesi verdiği yıllara...

İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın Yunan'ın, Rus'un yurdumuzu parçalamaya çalıştığı yıllara...

Kadınlarımızın, körpecik kızlarımızın tecavüzlere uğradığı, göğüslerinin kesildiği, eşlerinin yanında tecavüze uğradığı için kendini asanların, camide namaz kılarken öldürülenlerin, anne memesinden koparılıp alınan ve süngüye takılarak ateşe atılan bebeklerin feryat ettiği yıllara...

Yunan, İngiliz, İtalyan, Fransız, Rus ve Ermeni mezaliminin yaşandığı yıllara...

İşte o yıllarda Başbuğ Mustafa Kemal liderliğinde bir millet ayağa kalktı...

Ankara'da bir güneş doğdu...

Vatan savunması için koşuyordu yediden yetmişe koç yiğitler...

Dönmeyeceklerini bilerek...

Yavuklusunu geride bırakarak...

Çocuğunu koklayarak...

Ellerine kınalar yakarak...

Koştular Çanakkale'ye...

Koştular Afyon Ovası'na...

Koştular Antep'e...

Koştular Maraş'a...

Koştular Erzurum'a...

Koştular Kars'a...

Koştular.. Koştular.. Koştular...

Arkalarına bakmadan...

Bir fidan şehadet şerbetini içerek öperken toprağı, diğeri kaptı sancağı...

Osmanlı iflas etmiş...

Osmanlı teslim bayrağını çekmiş...

Osmanlı, düşmanın maskarası olmuş...

Yurdun her yeri işgal altında...

Dedik ya; Ankara'da bir güneş doğdu...

"Ya İstiklal, Ya Ölüm" diyerek yola çıktılar Türk'ün has evlatları Mustafa Kemal önderliğinde...

Edirne'den Kars'a, Trabzon'dan Mersin'e, İzmir'den Van'a vatan savunmasına koştular...

Şahin Beyler, Sütçü İmamlar, Yörük Aliler, Yahya Çavuşlar, Seyit Onbaşılar, Mehmet Çavuşlar, Halime Çavuşlar, Nezahat Onbaşılar, Tayyar Rahmiyeler...

Veee daha nice nice isimsiz kahramanlar...

İşte bu yiğit vatan evlatlarından biri...

O, bir kadın...

O, bir asil Türk kadını...

O, bir anne...

O, Şerife Bacı...

O, şehit Şerife Bacı...

Kastamonu'nun Seydiler ilçesi Satı Köyünden...

Rivayet o ki, fakir, garip bir ailenin çocuğu...

Daha 16'sında...

Evlendirildi çocuk olmasına rağmen köyün yakışıklı delikanlısıyla...

Evlendi evlenmesine de doyamadan birbirlerine, patlak verdi Birinci Dünya Harbi...

Askere aldılar 4 aylık kocasını...

Vedalaştılar...

Gitti ve bir daha da dönmedi...

Şehit düşmüştü bu toprakları tekrar vatan yapmak uğruna Şerife Bacı'nın aslanı...

Genç yaşta, 16'sında dul kalmıştı...

Köyün ileri gelenleri bu kez de araya girdi, hangi savaşta gazi oldu bilinmez ama verdiler Şerife Bacı'yı, savaşta sol bacağı kopmuş, bir gözü kör olmuş, kulakları duymayan yaşlı gazi Topal Yusuf'a..

3 yıl sonra bir kızı oldu Şerife Gelin'in...

Adını Sıdıka koydular...

İşteee, tam da bu sırada Mehmet Akif Ersoy, Kastamonu camilerinde, köy evlerinde halka hitap ediyor, Türk Milleti'ni uyanışa, vatan savunmasına davet ediyordu...

Yurdun her yeri düşman işgali altında alev alevdi ama Kastamonu müthiş bir kara kış yaşıyordu...

Tarihler 1921 yılının başlarını gösteriyordu...

Bir gün Ankara'dan bir haber geldi...

İnebolu'ya getirilen silah, top ve cephaneler Kastamonu üzerinden Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına ulaştırılması gerekiyordu...

Ancaaak;

Evet ancaaak köyde genç yoktu genç...

Yaşlılar, gaziler, kadınlar ve çocuklar vardı sadece...

Köyün yaşlıları, İnebolu'dan cephane ve silah taşıyacak isimleri belirlediler...

Görev kadınlarındı...

Bunlardan biri de Şerife Bacı idi...

Bebeği Sıdıka daha 8-9 aylıktı...

Emziriyordu...

Köyde bırakmazdı kim bakacak yavrucağa!..

Kucağına aldı Sıdıkasını ve çıktı kağnısı ile yola...

İnebolu'dan yüklendi silah ve cephaneler yola koyuldu kara kışta kağnılar Kastamonu'ya...

Şerife Bacı, cephanelerin arasına bebeği için ottan bir döşek hazırladı...

Müthiş bir tipi...

Göz gözü görmüyor...

Kara öküz inat ediyor, arada bir kara batıyor, yatıyor...

Şerife Bacı; ara ara konvoyun gerisinde kalıyor, bebeği Sıdıka'yı emziriyor, sonra önündeki kağnılara yetişmek için karla, soğukla, öküzle mücadele ede ede ilerliyor...

Bir de silahların, cephanenin ıslanmaması için büyük çaba harcıyor, bazen üzerindekini bebeğine, bazen silahların üzerine örtüyor, kendisi adeta soğukta buz keserken Mehmetçiğin cephanesi ıslanmasın derdinde...

İşte yine...

Kar, tipi bastırdı...

Sıdıka ağlıyor...

Emzirmek için durdu bir müddet...

Doyurdu yavrusunu ama artık dayanacak gücü de kalmadı...

Tükenmişti...

Öptü doya doya Sıdıka'sını...

Bağrına bastı, kokladı içine çeke çeke...

Cephanelerin arasındaki ottan döşeğe yatırdı...

Üzerine de kendi üstündeki kalın ne varsa çıkarıp örttü ve bebeğinin üzerine kapaklandı...

***

Kafile Kastamonu'ya varmıştı. Sayım yapıldı bir kağnı eksikti...

Geriye koştular...

Tipinin kapattığı yolda bir karartı gördüler...

Kara öküz, ağır ağır geliyordu...

Koştular hemen kağnıya...

Üstündeki kalın bütün giysilerini cephanenin üzerine örtmüş bir kadın yüzüstü yatıyor...

Ters çevirdiler...

Kaskatı kesilmiş...

Donmuş...

Kaldırdılar, altından cephanelerin arasından bebeğinin ağlamasını duydular...

Askerler de bu manzara karşısında ağlıyordu...

Kendisini feda etmişti Şerife Bacı yavrusu ve cephane için...

Sıdıka hayattaydı ammmaaaa!..

Bir yiğit Anadolu kadını, daha 20'sinde vatan için, bayrak için, namus için, Türk Milleti için şehadet şerbetini içmişti...

Başındaki yazmasından tanıdılar, Şerife Bacı bu dediler...

Şerife Bacı...

Yüreği mert...

Özü mert...

20'sinde bir gelin Şerife Bacı...

Üzerindeki kar, gelinliği oldu veeee vardı Allah katına...

"Türk kadını, dünyada misli bulunmayan kahraman bir anadır.

Arkadaşlar!..

İstiklal Harbini kazanacağımızın en büyük delili, işte önümüzde yatan, biri ölü, biri diri, kutsal bu iki varlık ve benzerleridir..."

Eveeeet değerli dostlar;

Bu topraklar işte böyle tekrar vatan oldu...

Kıymetini biliyor muyuz?..

Hayır...

Kanla sulanan toprakları şimdi beş paraya satıyoruz...

Ders alır mıyız?..

Sanmam...

Ammmaaa!..

Ola ki düşerse yolunuz Kastamonu'ya, Seydiler'e, İnebolu'ya; gidin mutlaka İstiklal Yolu'ndan Şerife Bacı'ya...

Dua edin, okuyun bir Fatiha ruhuna...

Son söz mü!..

Bu vatanın kıymetini bilin...

Şerife Bacıların kıymetini bilin...

Eğer, bu ülkede ezan okunuyorsa, namaz kılınıyorsa, Ay-Yıldızlı bayrağımız gönderde dalgalanıyorsa, hür ve bağımsız yaşıyorsak;

Bunu başta Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, Şerife Bacılara, Çete Emir Ayşelere, Hasan Tahsinlere, Parti Pehlivanlara, İpsiz Receplere borçluyuz...

Ruhları şad olsun...

Sağlıklı günler diler, vatandaş Halis Güler...