Eeeeeyyyy milleeeet!..

Gelin size bundan tam 10 sene önce, bugünün yalaka gazetesi olan bir gazetede yazdığım, sonra da davalık olup işten tazminatsız olarak kovulduğum bir yazıyı hatırlatayım...

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil başlıklı yazımda bakın ne demişim;

Türk edebiyatının büyük üstadı Fuzuli der ki;

“Söylesem tesiri yok...

Sussam gönül razı değil...”

Ama biz susmayalım, duyan duyar, anlayan anlar dedik...

Bakın ülkede insanlar aç, sefil...

Başbakan diyor ki, “Halkta para var...”

Öyleyse pazarlarda artık sebze-meyve toplayanlar kimler?..

İnsanlar niye kira ödeyemiyor, elektrik, su, telefon, doğalgaz faturalarını ödeyemiyor?..

Evine ekmek götüremeyen binlerce insan niye aramızda?..

Bu cinayetlerin, cinnetlerin, geçimsizliklerin kaynağı ne peki?..

Kredi kartıyla yaşama alışmanın nedenlerini hiç sorguladınız mı?..

Yağcılar, yalakalar kaplamış etrafı...

Ama gelin görün ki bunlar her şeyi tozpembe göstermek için yarışıyorlar...

Doğru söyleyeni ise dokuz köyden kovuyorlar...

Şimdi şu söylediklerimi iyi okuyun...

Okuyun da kulağınıza küpe olsun...

Sakın bu yazdıklarımı bir kıskançlık duygusu diye de algılamayın, bunu özellikle belirteyim...

Sadece Türkiye'nin bir gerçeğini gözler önüne seriyorum...

Bakın eğer müessesenizin tam giriş kapısında dometes-hıyar fideleri varsa...

Bir işyerinde müdür sayısı, çalışandan fazla ise...

İnsanlar maaş alamazken, müessesenizde onlarca müdür pozisyonundaki insanlara lüks araçlar tahsis edilmişse...

O hıyar fideli müessesenizin müdürleri, makam odalarına bile neredeyse arabayla girecek kadar kapıya yanaşıyorsa...

O müdürlerin makam şoförleri kışın ısıtmak, yazın da soğutmak için o makam arabalarını saatlerce o hıyar fideli kapının önünde çalıştırıyorsa...

Bir müessesede çalışanlar arasında maaş dengesizliği, hele de uçurumlar varsa...

Bir müessesede, birileri zevk-ü sefa içerisinde, birileri ise yol parası bile bulmakta sıkıntı çekiyorsa...

Bir müessesede birileri üretime katkım artsın diye alın teri akıtırken, birileri de gününü gün ediyor, yat sefası, at sefası, deniz sefası yapıyorsa...

Bir müessesede 'kralcık'lar ve 'soytarılar'ı cirit atıyorsa...

Bir müessesede bu kadar çok müdüre rağmen maaşların ne zaman verileceğini dışarıdan gelen balcı söylüyorsa...

İşte o zaman durum vahimdir...

Büyük üstad Levent Kırca'nın 'Olacak o kadar' oyununda bir skeci vardı, unutmam...

Devlet bir koyun bulur...

Ne yapalım ne edelim denir ve devlet koruması altına alınır...

Sonra ona ilk iş olarak bir çoban tutulur, ardından çoban yardımcısı...

Sonra o koyun için bir birim kurulur, müdürler, yardımcıları derken eleman sayısı olur 150 kişi...

Bir koyuna 150 kişi...

Aradan zaman geçer devlet kemer sıkmaya gider. Bütün birimlere eleman çıkarılması için talimat verilir.

Koyun için oluşturulan 150 kişilik birim hemen işe başlar ve ilk icraatı, “Çoban çıksın...”

Yazık!..

Ben daha ne diyeyim...

Anlayana sivrisinek saz...

Anlamayana davul zurna az...

-

Bu yazıdan sonra davalık olduk, gazete yönetimi beni, ben onları mahkemeye verdim. 8 sene sürdü dava ve sonunda adalet tecelli etti; ben kazandım...

Şimdi gelelim asıl konuya;

Ne zaman yazmışım bu yazıyı; 2009 yılında...

Aradan 10 yıl geçmiş...

Peki değişen ne işçi, esnaf, köylü, memur cenahında!..

Hiçbir şey...

Hatta daha da kötü...

İşte size bir örnek;

Gebze Plastikçiler Organize Sanayii’nde 200 kişinin çalıştığı bir fabrika işçisi feryat ediyor;

“Tam 3 aydır maaş alamıyorum... Ev kirasını 3 aydır ödeyemiyorum... Elektrik, su, doğalgaz, telefon faturalarım birikti, hatta bazıları kesildik... Perişan durumdayım... Tansiyon hastası oldum...”

Şimdi soruyorum size...

Suçu ne işçinin?..

Evine ekmek götüremeyen bunca insanın suçu ne?..

Sizin beceriksizliğinizin ceremesini niçin gariban işçi, köylü, emekli çeksin ha!..

Bakın eeeeyyyyy namı, makamı büyük beyler;

Sizin keyfiniz yerinde olabilir...

Yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ardınızda olabilir...

Ammmmaaaa;

Halk perişan...

İşçi perişan...

Emekli perişan...

Köylü perişan...

Asgari ücretli perişan...

Öğrenci perişan...

Üniversiteli perişan...

İşsizlik almış başını gidiyor...

Çay kaşığı ile verdiğinizi bırakın kepçe ile, kazan kazan alıyorsunuz!..

Artık insanların dayanma gücü kalmadı...

El insaf!..

Size söylüyorum; eeeeyyyy namı, makamı büyük beyler!..

Hadi bir aylığına asgari ücretli gibi, yukarıda feryat eden işçi kardeşim gibi, emekli kardeşim gibi yaşayın bakalım...

Var mısınız?..

Yaşayamazsınız...

Hatta cesaret bile edemezsiniz...

Son sözü rahmetli Aşık Mahzuni Şerif’e bırakıyorum;

Yoksulun sırtından doyan doyana,

Bunu gören yürek nasıl dayana,

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana,

Bilmem söylesem mi söylemesem mi?..

Eveeet değerli dostlar;

Ders alınır mı?..

Bilmem...

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler...

Selamlar, sevgiler...