alper aksoy a22

Muharrem Şemsek başkan bugün ziyaretime geldi. 50 yılı bulan bir dostluk, Ülkü-Bir'li yıllar, beraber çıkardığımız Milli Eğitim ve Kültür Dergisi... Bugünkü siyasetçilerin yürüdüğü yollarda çok ayak izlerimiz vardır... Ben de kendisini yıllar önce kaleme aldığım bir yazı ile uğurluyorum.

BİR NESLİN DRAMI

Sadece Türkiye Türklüğünün değil, bütün Türk dünyasının olanca meşakkatini körpecik omuzlarına yüklemiş altın bir nesil!..

Kırım Türkleri'nin Sibirya sürgününde buz kesen vagonlara önce onlar dolduruldu, sonra Kırımlılar...

"Çırpınırdın Karadeniz" özlemini, yüreklerinin en derininde, en koygun esaret acılarını Azerbaycanlı soydaşlarımızla beraber hissettiler.

Türkistan düzlüklerinde, kızıl kurşunlar önce bu altın neslin bedenine saplandı sonra Osman Batur'un...

İmamoğlu, Özmen, Önkuzu, Sazak ve Haşatlı önde olmak üzere üç binlik bir kervanla dizildiler ülkü yoluna, saf saf, katar katar geldiler...

Cenaze taşımaktan omuzları nasırlaşmış bu altın neslin önemli bir bölümü de gençliklerini kara zindanların soğuk taş duvarları arasında geçirdi.

Hele o esrik şafaklarda tutuştuğumuz yaman kavganın kubbede kalan sedaları!..

Çiftlerden biri evden ayrılışta evdeşi ile helalleşirdi o zaman, çıkıp da gelmemek vardı, Yemen'e gider gibi gidip de dönmemek vardı...

Nihal Hanım, Muharrem Şemsek ile işte böylesine karlı boranlı, böylesine fırtınalı yıllarda tanışmıştı.

Genelde zor şeydir ülkücü ile evlenmek.

Hele o yıllardaki ülkücülerin ne gecesi bellidir, ne gündüzü... Zahmeti çoktur, tatlı dili hiç yoktur. Ama yaradılışı gereği her kadın tatlı dil ister, güler yüz ister, sevgi ister, ilgi ister... Bir gün eve hışımla gelinir; beniz solgun, yürek dağlı, kafa karışık...

Ülkücü sanki azarlar gibi seslenir evdeşine:

"- Yemeği hemen yiyip hemen çıkmam lazım, çabuk ol biraz!.."

Kim bilir o ülkücünün beyninde hangi öfke tütmektedir? Kim bilir belki bir gönüldaşı yaralanıp hastaneye kaldırılmıştır, belki bir arkadaşı kucağında can vermiştir, belki parmaklarının arasından ülküdaşının beyni pelte pelte akmıştır...

Kim bilir?..

Çok zordur, çok zordur ülkücünün hanımı olmak.

Mesela Muharrem Şemsek ile evlenmeye "evet" dediyseniz durum nasıldır?

Bir yurt başkanı iseniz, bir semt ocağı başkanı iseniz evin bütün her şeyi ertelenir, hatta ihmal edilir o öğrenci yurdunun ve o semtin bütün acıları, öfkeleri, sıkıntıları öbek öbek dolar evin içine...

Ya Muharrem Şemsek iseniz?..

Aman Allah'ım!.. Beynim bir değirmen taşı olup dönüyor, kulaklarım uğulduyor bunu düşündükçe...

Nihal Hanım, can bacım benim!..

Hacıbayram avlusunun musalla taşındaki tabutuna bakıp sizi anlamaya çalışıyorum. Kimileri Kaf dağının ardından masallar anlattığımı sanacak, varsın öyle sansınlar...

70'li yıllarda evinden ayrılan bir ülkücünün evdeşi bir kere endişelenmesi gerekiyorsa siz kaç kere endişelendiniz, kaç kere?.. Biliyorum o endişe bir ur olup büyüdü beyninizde.

Ve bir gün silah sesleri duydunuz apansız... Evinizin hem de çok yakınında... Sormadınız bile "Kimdir, kime atıldı?" diye...

- Eyvaaahhh!.. diye çığlık attınız, eyvaaahhh Muharrem'i vurdular!..

Biraz önce helalleşerek Yemen'e gönderir gibi uğurladığınız Muharrem şimdi kanlar içindeydi... Muharrem Başkan beş kurşun yedi o an, bin beş yüz kurşunla yüreği kalbura dönen sizdiniz...

Zor şeydir bu acılara dayanmak, dayandınız... Bir işareti ile yüz binleri ekin tarlasındaki başaklar gibi dalgalandıran Koca Şemsek şimdi tekerlekli bir sandalyede ve yanı başınızda...

Cenab-ı Hak çile defterinize yeni bir sayfa açmıştı. Gençtiniz, önünüzde koca bir ömür vardı; Muharrem başkanı bırakıp gidebilirdiniz, ama gitmediniz... "Bu kadar meşakkati kaldıramam" diyebilirdiniz ama demediniz...

Ve Eylül yılları gelip çattı.

İlahi Muharrem Reis!.. Koca Reis!.. Senin gözlerin kör olmaya emi!.. Kendi sıkıntın, acın, çilen sana yetmedi mi bre?.. Ülkücü Hareket'in eylül yıllarındaki olanca acısını, karını boranını, derdini çilesini toplayıp şelek şelek taşıdın eve.

- Başkanım bizim ilçede filancaya pasaport lazım, çok acele...

-Başkanım filanca yakalanmak üzere, cebinde dolmuş parası bile kalmamış...

- Başkanım filanca şehidimizin ailesi çok mağdur, dün geldi yalvardı...

- Başkanım...

...

1980-85 yılları arasında bir günde en az bin misafir ağırlayabilmek, çay ikramında bulunmak, en az bin acıyla hem dert olmak, en az bin sıkıntıya ortak olmak...

İlahi Muharrem Reis, Koca Reis!.. Bu kadar sıkıntıya sen katlandın katlanmasına da, Nihal Hanımı bir kere bile düşünmedin, bir gün bile... Daha öteye gitmeyeceğim, tam beş yıl süreyle bu çilekeş bacımızın bir milyon ülkücüye kapıyı açıp, bir milyon kez buyur etmesi, bir milyon kez çay ikram etmesi, bir milyon kere hal hatır sorması... Hiçbirinde -hakkı iken- bir kere surat asmaması.

Melek nasıl olur?

Nihal Hanım gibi olurdu elbette.

Ülkücü Hareket'in en sıkıntılı günlerinde evdeşinin yanı başında meşakkat kağnısını çeken çoklarını gördüm ama onlar sadece eşlerinin çilelerine katlanmışlardı. Cenab-ı Allah Nihal Şemsek Hanım'a Ülkücü Hareket'in olanca acısını, çilesini omuzuna şelek şelek yükledi. Bir kere bile yüksünmedi, bir kere bile dönmedi çile yolundan. Hep acı bir tebessüm vardı yüzünde, hep bir hüzün dumanı tüterdi gözlerinde.

Üzerinde tuz-ekmek hakkı olan milyonlarca ülkücü adına yazıyorum:

Hakkını bize helal et Nihal Hanım! Bizim sana hakkımız geçemezdi ki; biz sana hep çile verdik, dert verdik, meşakkat verdik... Eylül senelerinin işkencelerini getirdik evine, dar ağaçlarında can veren yiğitlerin kara haberlerini ve ağıtlarını getirdik, kaçak on binlerce ülküdaşın sıkıntılarını taşıdık...

Partimiz yoktu o yıllarda, ocaklarımız yoktu, senin kapından başka gidecek başka kapımız da yoktu.

Hakkını bize helal et bacım!..

06.06.2003 / Ankara