CiddiGazete- CHP Grup Başkanvekili ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilen ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanmadığı için henüz Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmeyen Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesini eleştirdi.

TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren Engin Özkoç, “(EYT’lilerin) İsteklerini hiç yılmadan duyurduk. Taleplerini hiç sakınmadan her ortamda söyledik ve nihayet birlikte mücadelenin neticesini aldık. EYT'liler, hak ettikleri hakka sahip oldular. Ancak ne yazık ki bizim istediğimiz şekilde olmadı. Hak gaspını ortadan kaldırmak için çıkartılan yasa, maalesef bizim söylediklerimiz dikkate alınmadan çıkartıldı. Ehveni şer... Olması gereken oldu ama yeterli değil. İktidar topyekûn bir politika üretmekten yoksun olduğu için bir yeri düzeltirken maalesef başka bir yeri eksik bıraktı” diye konuştu.

KADEMELİ GEÇİŞ

Özkoç, “Birincisi, biliyorsunuz düzenleme 8 Eylül 1999'dan önce işe girenleri kapsıyor. 7 Eylül 1999'da işe başlayan ile 9 Eylül 1999'da işe başlayan arasında iki günün yarattığı fark, kadınlarda yaklaşık 20, erkeklerde de 17 yıl fazla çalışmayı gerektiriyor. Böyle bir adaletsizliği kabul etmek mümkün değil. Dile getirdik mi? Dile getirdik. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde ve gerekli yerlerde bunun böyle olmaması için gereğini söyledik mi? Söyledik, ancak sözümüzü AKP'ye ve MHP'ye dinletemedik. Bu kadar keskin bir makas, yeni bir mağdur grubu ve grupları yarattı.

EYT'DE EKSİK KALANLAR

İkincisi, Komisyon sürecinde ve Genel Kurul’da defalarca dile getirmemize rağmen 5 bin 975 gün primine takılanlar, çıraklık ve staja takılanlar, BAĞ-KUR tesciline takılanlar, 9 bin güne takılanlar, kısmi emekliliğe takılanlar ve maalesef 1999'daki deprem mağduriyetine takılanların hakkı eksik kaldı. Bu yasa bir piyango düzenlemesi gibi değil, tüm kesimlerin hakkını ve hukukunu gözeten, emeklilik ve sosyal güvenlik düzenlemesinde gerektirdiği şekilde çıkmalıydı. Milletimize söz veriyoruz, bunun böyle çıkması için biz elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz ve iktidarımızda bunun gereğini yapacağız” dedi.

ERDOĞAN'IN HELLALİĞİ

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın depremzede vatandaşlardan helallik istemesine de değinen Özkoç, şunları söyledi:

“Siyasi liderlerin siyasi sorumlulukları vardır ve bu sorumluluklarının sonucunda hesap verirler. Bizim için kutsal bir kavramı da suistimal eden bir anlayışla yaklaşmak tehlikelidir, doğru değildir, bizi incitmektedir. İkincisi, bunu yaparken helalliğin bile hakkını vermemek, gerçekten insanların yüzü kızarmadan bunu ifade etmeleri ise düşündürücüdür. Helallik istediğiniz vatandaşın karşılık vermesini, sesini duyurmasını, ses çıkarmasını istemiyorsunuz, buna izin vermiyorsunuz.

BAHÇELİ'NİN AZARLAMASI

Herkes memnun, iki taraf memnun değildi; birisi MHP, birisi de AKP. İstemediler... Helallik istediniz, millet bir dayanışma örneği gösteriyor. Millet diyor ki, ‘Oradaki evlatlara, depremzedelere sahip çıkıyoruz’ diyor. Ondan sonra helallik isteyen insanlara karşı siz ‘Onların seslerini susturun’ diyorsunuz. Bir lider diyor ki, ‘sessizlik’ diyor, vatandaşı azarlıyor. Başka bir lider diyor ki, ‘Bunun gereği yapılmalı’ diyor. Soylu diyor ki, ‘Mesaimizi bırakırız, kalkanlarımızı çıkartırız ‘diyor.

Yahu helallik istemiştiniz hani, ne oldu? Kimden istediniz helalliği, vatandaştan değil mi, milletimizden değil mi, insanlarımızdan değil mi? ‘Yapamadık bu işi, depremin ilk 3 günü enkaz altındaki çocuklarımıza yetişemedik. 20 yıldan beri bunun altyapısını hazırlayamadık. 20 yıldan beri enkaz altında kalacaklar ile ilgili tedbirleri alamadık. O yüzden çocuklarımız donarak öldüler. O yüzden anneler, babalar enkazın altında el ele tutuşarak öldüler. Allah'tan korktuk, helallik istedik’ dediniz ama milleti tehdit ettiniz. Bu nasıl bir şey? Bu nasıl bir davranış? Hadi milletten korkunuz yok, Allah'tan da mı yok, Allah'tan da mı korkuyorsunuz?

HULUSİ AKAR'IN AÇIKLAMALARI

Hulusi Akar, daha fazla kendini küçük düşürme. Bak bu ülkenin Genelkurmay Başkanlığı’nı yaptın. Bu ülkenin Milli Savunma Bakanlığı’na getirildin. Hiçbir Milli Savunma Bakanı’nın sahip olmadığı hakkın, hukukun, yetkinin temsilcisi oldu. Milletin ordusunun başındaki adamsın. Sen siyasi iradenin çıkmazı içerisinde bocalayıp durma. Sana yaptırmadıkları şeyleri sanki yapmışsın gibi millete yalan söyleme. Ne diyorsun, diyorsun ki; ‘Ne yapsaydım, orduyu huduttan çekip deprem bölgesine mi gönderseydim?’ Ya dünyanın en büyük 16'ncı ordusu... NATO'nun 5'inci büyük ordusundan bahsediyoruz. Senin ordunun sayısı 40 bin mi? Sen hem içeride hem dışarıda güvenliğini sağlayacak bir orduya sahip değil misin? Sahipsin de farkında mı değildin? Farkındasın da sana birileri yapma dediği için, sadece o makamda oturmak için milletin gözyaşları orada dururken sen inkar mı ediyorsun gerçeği? Ya ordu zamanında müdahale etseydi, o enkazın altından 3 can, 5 can daha sağ çıksaydı, bunun gururunu milletçe yaşasaydık iyi olmaz mıydı? Sen iktidarı savunacağına milletini savun. Sen iktidarı savunacağına, Erdoğan'ı savunacağına orada enkaz altında kalan insanlarımızın hakkını hukukunu savun. Onun için sana tavsiyem, gerçek görevinin sorumluluğunu bilerek hareket et. Senin görevin siyasi iktidarın sözcüsü olmak değil, milletin yanında olmaktır.

KIZILAY'IN DURUMU

Bütün kurumların içi boşaltılmış. Onun için bu depremi bu kadar acı yaşadık. Bütün kurumlar itibarsızlaştırılmış, hepsinin yönü milletten çevrilmiş. Kime? Ranta doğru, yani menfaate doğru. Kime? Saraya doğru, yani sarayın çıkarlarına doğru. Kızılay değil mi? Hani Kızılay kumbaralarımız vardı, içine ulaşamadığımız yoksullar için, kardeşlerimiz için, çocuklar için harçlıklarımızı atardık. Kızılay çadırlarında babamız elimizden tutar, ‘Bak oğlum burada bağışladığın kan ihtiyacı olan birisine gidecek’ derdi. Milletin kanını sattınız ya. Milletin umudunu sattınız, şirketleştirdiniz ya. Milletin geleceğini sattınız ya! Kızılay gibi bir yardım kuruluşu dünyanın hiçbir tarafında bir holdinge dönüştürülmez. Kızılay gibi bir yardım kuruluşunu holdinge dönüştürdünüz. Çünkü aklınızın erdiği tek şey para çarpmak; milletin hakkını hukukunu, yoksulun hakkını hukukunu, şehidin hakkını hukukunu çalmak. Bunu her dönemde yaptınız, şimdi deprem döneminde de yapıyorsunuz. Kızılay Başkanı demiş ki çıkmış utanmadan; ‘Asker sorumluluğunu yerine getirseydi bunlar yaşanmazdı.’ Sen başka bir kuruma dil uzatacağına, ilk önce düzgün bir şekilde kendi kurumunun başkanlığını yap, milletin hakkını hukukunu koru.

KENTSEL DÖNÜŞÜM

Şimdi çıkmış Recep Tayyip Erdoğan, hiç utanmıyor onu biliyoruz, yüzü hiç kızarmıyor onu biliyoruz ve ‘Biz kentsel dönüşüm yapacaktık, Cumhuriyet Halk Partisi engelledi’ diyor. Ya Allah'tan kork ya! Bir insan bu kadar büyük yalan söyler mi ya? Bugüne kadar yapmak istediğin her şeyi yaptın, tek başına iktidardın. Kentsel dönüşümü müteahhitlerine, gene yandaş müteahhitlerine peşkeş çeker hale getirip de bir daireyi borçlandırarak vatandaşa verdirip, altındaki dükkanları da müteahhitte peşkeş çekme anlayışına Cumhuriyet Halk Partisi karşı çıktı.

Kentsel dönüşümü İstanbul gerçekleştirdi KİPTAŞ'ta, üstelik vatandaşı borçlandırmadan. İzmir mükemmel bir proje geliştirdi, İstanbul'da Avcılar Belediyesi'nin yaptıklarını gidin orada görün... İnsanlar kendi evlerinde sıcak yuvalarına kavuştular, güvenli bir şekilde yaşıyorlar. Ama sizin için varsa yoksa para; sizin için varsa yoksa kendi menfaatiniz, sarayın menfaati... O yüzden kimse başka yerde suçlu aramasın, suçlu Recep Tayyip Erdoğan'dır, suçlu tek parti yönetimidir, suçlu Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafındaki bir avuç azınlıktır. Masum olan milletimizdir, mağdur olan milletimizdir, çaresiz olan enkaz altında cenazelerini bekleyen insanlarımızdır.

DEPREM BÖLGESİ ZİYARETİ

Erdoğan şöyle demiş; ‘Bütün bu sirk cambazları acaba bölgeye bugüne kadar kaç kere gittiler? Şahsım ve Cumhuriyet İttifakı olarak bölge 2 kere gittik.’ Yahu bir insan yalancı olur, hakikaten utanmaz ama bu kadarı mı olur, yani bu kadarı mı olur? Cumhurbaşkanı olarak ve Cumhur İttifakı olarak bölgeye 2 kere gitmişler. Sen, millet enkaz altında 2 gün, 3 gün soğuktan donarak ölürken, anneler babalar feryatlarını tüm dünyada inim inim inleyip yedi cihana duyururken, sen sarayında otururken, Kemal Kılıçdaroğlu deprem bölgesindeydi. Hiç mi utanman yok? Sen ‘İki kere gittim’ dedin ama Kemal Kılıçdaroğlu 2 kere, 3 kere, 4 kere deprem bölgesine gitti. Sen o atadığın bakanlarınla ve milletvekillerine ‘Ne yapacağız, nasıl olacak şimdi’ diye telaş içerisindeyken, Cumhuriyet Halk Partisi'nin milletvekilleri deprem bölgesindeydi. Sen çaresizlik içerisinde kıvranıp, ‘Kendimle ilgili nasıl bir senaryo yazarım’ diye düşünürken, bizim kurtarma ekiplerimiz havaalanındaydılar. Onları 72 saat orada beklettin, onları deprem alanına indirtmedin. Sen sarayında seni Milli Savunma Bakanı arayıp da ‘Efendim 3 tane şehidimiz varmış, biz Genelkurmay Başkanı ve ordu komutanlarıyla deprem bölgesine gideceğiz’ diye milletin feryadından yoksun çaresizlik içerisinde konuşurken, Cumhuriyet Halk Partisi'nin gece saat 5:00'te ışıkları yanıyordu. 7:00'de MYK toplandı, 9:00'da bölgeye inildi. Sen şimdi utanmadan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla yüzün kızarmadan millete yalan söylüyorsun. Diyorsun ki, ‘Biz 2 kere gittik. Sorun bakayım onlara kaç kere gittiniz’ diye. İşte bu yüzden milletimiz çaresiz. İşte bu yüzden Türkiye için her şeyi yapabilecek olan yetişmiş insanlarımız varken, liyakatsiz insanlar çıkıp televizyonlara halkın karşısına yüzü kızarmadan konuşuyorlar.

'GÜN 14 MAYIS GÜNÜDÜR'

Türk-İş'in açlık sınırı tam 9 bin 425 lira. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı bir zamanda ‘Millet refah içerisinde, neleri eksik ki’ deyip yüzleri kızarmadan konuşabiliyorlar. Onun için millet yoksulluğu yaşıyor, saray zenginleşiyor. Onun için cenazeler kefenlere bile sarılmadan, duaları bile okunmadan yan yana toplu mezarlara gömülüyorlar. Onun için bir baba, 48 saat çaresizlik içerisinde, hayatını kaybeden evladının elini tutup devleti bekliyor.

Ama bunun bir kurtuluş yolu var. Millet depremde nasıl örgütlü hale geldiyse, el ele tutuştuysa, nasıl birlik ve beraberlik içerisinde hareket ettiyse, gün 14 Mayıs günüdür. Aynı şekilde, aynı kararlılıkla yine bir araya gelip, el ele tutuşup birlikte bu kötü gidişe dur deyip, ülkenin gerçekten birikimli, liyakatli insanlarının göreve geleceği yeni bir dönemin başlangıcına yine bu millet karar verecek. Ne zaman? 14 Mayıs'ta. Nasıl? Demokrasiyle. Nasıl? Hesabı hukukla sorarak. Hiç kimsenin acısının hesabı sorulmadan edilmeyecek, herkes hukuk karşısına çıkacak, hesabını verecek.”