Değerli dostlar;

Şimdi sıkı durun...

Size belki bildiğiniz, belki de bilmediğiniz hatta bir çoğumuzun önünden gelip geçtiğimiz ama orasının ne olduğunu, tarihini merak etmediğimiz bir yerden bahsedeceğim...

Osmanlı’nın son dönemlerinin içler acısı halinden, kocaaaa imparatorluğun hem fiziken hem de ahlaken nasıl çöktüğünü anlatacağım...

Bugün yolumuz bir sokaktan geçecek...

Burada pisliğin en alası var…

P.çi var...

Hırsızı var...

Fahişesi var...

Afedersiniz i.nesi var...

Erkek satıcısı var...

Kadın satıcısı var...

Ölüler var...

Bedenen diri ama ruhen ölü bir dolu insancıklar var…

Öldürülmüş insanlar...

Çürümüş bedenler...

Atılmış ceninler...

P.ç doğan çocuklar var...

Oradan geçmek cesaret ister...

Asayiş desen zaten yok...

Bırakın kadının, çocukların geçmesini, biraz parlak erkeğin tecavüze uğraması demek...

Gelip geçen namuslu kadınlar güpegündüz taciz edilmekte, hatta zorla iğfal edilmekte...

Öyle ki, deniz kenarı fahişelerin düşürdüğü çocuk ve kadın ölüleriyle dolu...

Her gün onlarca ölüm...

Veeeee en sonunda vebaaaa!..

Salgın...

Bazı tarihçiler der ki; günlük 100-200, bazı tarihçiler ise 2000-3000 kişinin cenazesi sur dışına atılmaktadır...

Veba’nın kaynağı ise belli...

Neresi burası biliyor musunuz?..

Sıkı durun şimdi;

Bugün Eminönü’nün en işlek yeri Bahçekapı...

İstanbul Ticaret Odası’nın bulunduğu yer...

Hamidiye Camii’nin olduğu alan...

Bugün daracık da olsa kafelerin, restaurantların sıralandığı sokaklar...

Taaa ki, Yeni Cami’nin kıble tarafından başlayarak, Nimet Abla’nın olduğu alandan, İstanbul Ticaret Odası’nın bulunduğu yerleri bir düşünün...

Ne peki buralar?..

Bekar odaları!..

Tahtakale’de de, İstanbul’un birçok yerinde de vardır bekar odaları ancak pisliğin asıl kaynağı;

MELEK GEÇMEZ SOKAĞI...

Ya da MELEK GİRMEZ SOKAĞI...

İşte bu yukarıda bahsettiğim batakhanelerin, bekar odalarının bulunduğu sokak...

O zamanlar oralar, deniz kenarı ve kayıkhaneler var…

İşçiler, yeniçeriler, hamallar, berduşlar, ne kadar it-kopuk var hepsi burada...

Yani her türlü rezilliğin yaşandığı yer burası...

Eveeeet değerli dostlar;

Tarihler 1800’lü yılların başları...

Osmanlı Devleti, artık can çekişmekte...

Asayiş diye bir şey yok...

Sabah erken kalkan devlete meydan okuyor...

Hemen her gün paşaların kelleleri uçuyor, sadrazamlar, kapı ağaları bir bir can veriyor, devşirmeler devletle istedikleri gibi oynuyor...

Zaten yeniçeriler, İstanbul halkına da saraya da adeta zulüm etmekte...

Üçüncü Selim vahşice öldürülmüş, yerine Kabakçı Mustafa isyanıyla Dördüncü Mustafa ikinci kez tahta geçmiş, Alemdar Mustafa Paşa da başta Kabakçı olmak üzere bütün isyancıları öldürmüş ve son anda daha önce sizlere anlattığım Cevri Kalfa’nın kurtardığı, Dördüncü Mustafa'nın öldürmeye teşebbüs ettiği, kardeşi İkinci Mahmut’u padişah tahtına oturtmuştu...

Tarihler 28 Temmuz 1808’i gösteriyordu...

Asayiş biraz olsun Alemdar Mustafa Paşa sayesinde düzelmişti...

Ne var ki, Alemdar Mustafa Paşa da 15 Kasım 1808’de çıkan ve tarihe Bab-ı Ali Baskını veya Alemdar Vakası olarak geçen isyanda devletin yönetildiği bugünkü İstanbul Valiliği’nin arkasında bulunan, Gülhane’deki Alay Köşkü’nün karşısındaki sadaret binasında cephaneyi patlatarak ölmesinden sonra işler iyice çığırından çıktı...

Devletin bütün kurumları rüşvet, sahtekarlık ve boğazına kadar pisliğe batmış durumda...

Hocalar din taciri olmuş, şeyhülislamların islamla ilgileri yok...

Paşalar, sadrazamlar ve kadılar devleti soymak için birbirleriyle yarışıyor...

Osmanlı tahtında oturan İkinci Mahmut, hem içte hem dışta perişan vaziyette. Etrafında güvenebileceği adam parmakla sayılacak kadar az...

Melek Geçmez Sokağı’ndaki bütün pislikleri bilmesine rağmen çaresizlik içinde kıvranmakta...

Veee tarihler 1812’yi gösterdiğinde;

Zaten büyük dedesi Genç Osman’ı ve amcası Üçüncü Selim’i öldüren yeniçerilere diş bileyen ve Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için fırsat kollayan İkinci Mahmut kararını vermiştir...

Her türlü pisliğin, vebanın kaynağı olan Melek Geçmez Sokağı denilen fuhuş yuvaları, 5-6 kişinin koyun koyuna yattığı bekar odaları yıkılacaktır...

Hastalığın en hızlı ilerlediği yer Tahtakale ve Bahçekapı arasında kalan bekar odalarıdır…

Osmanlı’yı ahlaken çökerten, bütün pisliklerin kaynağına yüzlerce işçi ve askerle ilk darbe vurulur...

Yıkım bir günde biter bitmesine de...

Ortaya çıkan manzara korkunçtur...

Oda içlerinde, yarı çürümüş yüzlerce ceset çıkmıştır...

Dönemin batakhanesi olarak adlandırılan odalardan fahişe cesetleri ve bu fahişelerin beşikte çocuklarının cansız bedenleri çıkar...

Sokağın azılılarının çoğu idam edilir, bazıları firar eder...

Velhasılı pislik yuvaları darmadağın edilir...

Bir yıl sonra, Melek Girmez Sokak’taki yıkılan odaların arsası üzerine işte şu aşağıda gördüğünüz Hidayet Camii 1813’te inşaa edilir...

Melek Geçmez Sokağı, yapılan cami ile hidayete(!) ermiştir artık...

Adı üstünde Hidayet Camii...

“Doğru yola ulaşmak...”

İkinci Mahmut, ahşap olarak yaptırır camiyi, daha sonra İkinci Abdülhamit 1887’de yenisini Fransız mimar Alexandre Vallaury’e yaptırır...

İstanbul’un işgal yıllarında cami, Fransızlar tarafından hapishane olarak kullanılır. İşgale karşı çıkanlar burada tutulmuş aç-susuz günlerce, aylarca...

Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllarda ise bir müddet deri deposu olarak kullanılmış...

Günümüzde tarihi caminin üst katı, cumadan cumaya açılıyor...

Cuma namazı dışında diğer namazlar alt katta kılınıyor.

İşte böyle değerli dostlar;

Adeta fuhşiyatıyla Lut Kavmi’nden farkı olmayan Osmanlı’nın Eminönü Bahçekapı’daki Melek Geçmez Sokağı ve yerine yapılan Hidayet Camii’nin hikayesi böyle...

Ders alınır mı?..

Bilmem...

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler...

Selamlar, sevgiler...