Sanat ve din, birbirine ahenk ile mütevellit. Ona müteakip tabiat ve insan uyumu...

İnsan, tabiat, sanat ve din bütünselliği içerisinde muhafazalı, bağlantılı ve estetik çerçeve ile kaplı...

Öyle ise diyebiliriz ki estetik, hayatın kendisi. Estetiği yaratan gücün; mekanizması yaratırken her şeyi mükemmellik ölçüsünde var etmiş.

Varlığın, eşyanın, doğanın muhteşem ahengi, en sıradan insanın bile gözüne çarpar. Şair bir ruhunuzun olması gerekmez; gün doğumundaki fevkalâdeliği görmek için. Kimi zaman avuçlarınıza doğan güneş kimi zaman perdeyi delen ışık dans ederken odanızda gözlerinizin arasından baktığınız uyanma anı bile yeniden dirilişinizin kanıtı. Her şey tıkır tıkır işleyen bir saat gibi.

Bir önceki gün bitmiştir ve yeni bir günün merdivenleri önünüzdedir. Artık yeni bir hikaye başlamıştır ve sizin kurgulayacağınız olaylar zinciri örülecektir. Hangi sokaktan geçeceksiniz, hangi insan ile alış verişiniz olacak? Bu sizin tasarrufunuz. Bazı yaşadıklarınız ise isteminiz dışında gerçekleşecek. Ay vaktine kadar uzun bir süre var gibi görünse de bir kelebeğin ömrü kadar belki yaşayacaklarınız.

Öyle değil mi? Ömrün son demlerin de sorulsa; bir varmış bir yokmuş diyeceksiniz. Masal gibi...

Bütün masallar böyle başlar. Masallar sonunda, kötülüğe hükmeder. Bebekliğimizden başlarız masal dünyasında gezintiye. Çocukluğumuz da keskinleşir ve adeta sihirli dünyanın kapısından gireriz. Ne kadar yaş alırsak alalım masal dinlemek huzur verir daima...

İnsanoğlu bilir iyiliği güzelliği. Bekler ve umar. İzlediğimiz filmin mutlu bitmesini arzularız. Okuduğumuz kitabın finalini de bu yönde bekleriz. Aksi durumda üzülürüz ve günlerce etkisinde kalırız. Hatta yıllar sonra bile.

İnsan yaşamını bir tiyatro sahnesine benzetmişimdir. Karakteristik özellikleri olan oyuncular, iyi kötü, güzel çirkin, gülmek ağlamak gibi duygular tadabileceğimiz anlar. Hafızamız da bırakacağı izlerin keskinliği ve hislerimiz. Unuttuklarımız, unutmaya çalıştıklarımız, unutamadıklarımız.

İnsan öyle düşünüldüğü gibi basit bir varlık değil. Sonsuz kudreti olan bunun farkına varamayan kendini arayan ve bulamayan bir varlık.

Dört kitap insana dair bilgiler verir. Filozoflar, edebiyatçılar insanı anlatır. Hepsi insanı olgunlaştırmak varması gereken mertebeye ulaştırmak için uğraşır. İnsan-ı Kâmil olabilmek, tasavvuf literatüründen, felsefe tarihinde kökleri bulunan mikrozom ve makrazom düşüncesiyle bağlantılı olarak Sokrat öncesinden Rönesans'a kadar uzanan, Mezopotamya ve Mısır kültürlerinde de var olduğu görülen; varlık, bilgi, dini ve ahlaki boyutları ile derin fikri ve ruhi tecrübenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

İnsan-ı Kâmil olabilmenin yolu koşulsuz sevmek ile başlar kanımca. Zira sevmek tüm kapıları açacak bir anahtar olacaktır. Alemdeki yolculuğumuz daha huzurlu ve sakin geçecektir.

Özellikle son zamanlarda insanoğlu hiç de huzurlu ve sakin görünmüyor. Art arda gelen sıkıntılar birlik ve beraberliğimizi arttırmak yerine ayrıştırıcı ötekileştirici halleri sergiliyor.

Geçtiğimiz günlerde İzmir'de bir deprem felaketi meydana geldi. Yıkıcı etkisi bir çok can aldı. Evsiz kalan insanlar, göçük altında yaşam mücadelesi veren kardeşlerimiz yaralandılar. Maddi ve manevi yaralandılar. Malesef bazı insanlar onları, insanlık adına da yaraladılar. Ben de yaralandım onların bu yersiz saçmalıklarından. Milletçe yaralandık.

Hüküm vermek ne kolay değil mi? İnsanın (haşa) kendisini Allah yerine koyması yahut Allah'ın onlara sanki fısıldayarak haber vermiş gibi kesin olarak konuşması hangi inanca, hangi kurala sığar. Felaket karşısında düşünmek ve çözüm üretmek varken, Ortaçağ zihniyeti gibi davranmak insanın varamadığı noktayı gösteriyor.

Sevgi yoksunluğu, kin ve öfke şeytanın duyguları oysa.

Felaketler hak edene mi gelir? Hz.Hüseyin ve Ehli Beyt hak mı etti? Bu meselelere böyle bakarsak, büyük yanılgıya düşeriz. Kendi ellerimizle karanlık dehlizler açarız ve gün gelir orada boğuluruz.

-

Yuhanna İncil'inde (Yuhanna 8) geçen bir hikayeye göre; Hz. İsa, Zeytin Dağı'na gider ve ertesi sabah tapınağa döner. Bütün halk onun yanına gelir ve O da onlara öğretmeye başlar.

Bir süre sonra, din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirirler. "Musa, yasada bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu; sen ne dersin?" derler. Bunları İsa'yı denemek amacıyla ve suçlayabilmek için söylerler. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazar ve durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğrulur. "İçinizde kim günahsızsa ilk taşı o atsın" der. Sonra eğilir ve toprağa yazı yazmaya devam eder. Bunu işittikleri vakit başta yaşlılar olmak üzere birer birer İsa'yı ve kadını orada bırakıp giderler...

Ez cümle; günahkar olarak suçladığınız o insanlara ilk taşı, "içinizde kim günahsızsa o atsın..."