SULTANAHMET CEZAEVİ…

"Mapusun içinde üç ağaç incir

Elimde kelepçe boynumda zincir

Oy zulum zulum başımda zulum

Uzak git ölüm..."

Değerli dostlar; gelin bugün sizinle yine Sultanahmet Meydanı'na gidelim...

Tarihin gölgesinde iz sürmeye devam edelim...

Belki birçoğumuz önünden kaç defa gelip geçtik "Bu yapı ne?" diye merak etmeden...

Bugün neredeyiz biliyor musunuz?..

Sultanahmet Cezaevi'ndeyiz..

Evet evet, Sultanahmet Cezaevi...

Diğer bir adıyla Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi...

Ya da İstanbul Tevkifhanesi...

Nerede burası?..

Sultanahmet Camii ile Ayasofya arasında Hürrem Sultan Hamamı var...

Onun tam arkasındaki sokağa da ismini vermiş zaten Tevkifhane Sokağı...

Solunuza baktığınız zaman tarihi yapıyı göreceksiniz...

Gerçi şimdi boyanıp cilalanmış ve beş yıldızlı Türkiye'nin hatta Avrupa'nın en güzel oteli olmuş...

Adı, Four Seasons Hotel...

Girişinin üzerindeki mermer kitabede şöyle yazar: "Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi 1337..."

Bir zamanların işkencehanesinde, kimsenin girmek istemediği bu tarihi yapıda şimdi geceliği 300-500 dolar arasında kalınıyor...

Yine bir zamanlar işkenceden insanlar feryat ediyordu...

Şimdi o mekandan kadeh sesleri ve kahkahalar yükseliyor...

Bir dönemin aydınlarının, şairlerinin, yazarlarının volta attığı avlu, şimdi tam bir masallar diyarı haline getirilmiş…

Yaaaa!..

Birçoğunuz kaç defa önünden gelip geçtiniz de sadece bakıp geçtiniz...

Başınızı kaldırıp da bakma gereği bile duymadınız belki de yıllarca çığlıkların Topkapı Sarayı’na doğru yükseldiği cezaevine...

Sultanahmet Cezaevi, 1848 yılında eski Darülfünun binasının (İlk Osmanlı üniversitesine ek hizmet binası, daha sonraki yıllarda Mebusan Meclisi, Adliye, Maliye ve Evkaf Nezareti binası şu anda yerinde yok) yanında bin kişi kapasiteli inşaa edilmiş...

İstanbul Tevkifhanesi olarak bilinen Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi ya da daha sonraki adıyla Sultanahmet Cezaevi, 1919’daki açılışından 1969 yılında mahkûmların Bayrampaşa Sağmalcılar Cezaevi’ne nakline kadar geçen 50 yıl boyunca Türkiye’nin en ünlü cezaevi olmuş...

1967 yılında Hürriyet Gazetesi'nden Orhan Kantoğlu, Sultanahmet Cezaevine gitmiş ve "Bilinmeyen bütün tarafları ile Sultanahmet Cezaevi" başlığı ile 4 günlük bir röportaj serisi yapmış... Kantoğlu, "İstanbul'un göbeğinde bir şer merkezi" diye yorum yaparken cezaevini tarifinde "Buranın etrafı şimdi sabıkalılar, esrarkeşler, kabadayılar tarafından kuşatılmış, hapishanenin dışarı ile irtibatı bir türlü kesilememiştir" ifadesini kullanmış...

Kimler girmemiş ki buraya; tanınmış komünistler, "Turancılık davası" sanıkları, 6-7 Eylül olaylarından sonra tutuklanan aydınlar hep burada "misafir" edilmiş. Nâzım Hikmet, Kemal Tahir, Necip Fazıl, Aziz Nesin, Vedat Türkali, Çetin Altan, Orhan Kemal, Can Yücel bu "misafirler"den sadece birkaçı olmuş...

Hele Nazım Hikmet'in burada kendisine has üslupla yazdığı bir yazı var ki; belki de ilk kez okuyacaksınız...

Şöyle diyor Nazım cezaevi avlusuna bakarak;

Geldi dört güvercin

suda yıkanmak için.

Su mahpusane yalağındaydı.

Ve güneş

güvercinlerin

gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.

Girdi dört güvercin

yıkanmak için

suyun içine.

Ve kederli toprakta dört insan

baktı dört güvercine.

Güvercinler hep beraber

güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında

uçabilirler.

Durdurmaz onları demir ve duvar.

Güvercinlerin yumuşak kanatları var.

Ve kanatlar

şimdi burda, şimdi damın üzerinde.

İnsanların kanatları yok

insanların kanatları yüreklerinde.

Dört güvercin

güneşe varmak için

yıkandı, uçtu sudan.

Yine Nazım Hikmet;

Merdivenleri mahkumlar çıkıyordu, şakalaşıp gülüşerek.

Üç erkek bir kadın ve dört jandarma.

Erkekler kelepçeli kadın kelepçesiz, jandarmalar süngülü...

dizeleriyle dile getirdiği "Memleketimden İnsan Manzaraları"nı Sultanahmet Cezaevi'nde yazmaya başlamış...

Ya Orhan Kemal;

Büyük ustanın "72. Koğuş"unda Sultanahmet Cezaevi'nin havasını teneffüs edebilirsiniz...

Veee...

Vedat Türkali "Sultanahmet Cezaevi" adlı bir şiir yazmış, Nazım Hikmet ile aynı duyguları paylaşarak...

Sabah serinliği, gün ağarıyor

Demir, taş, küf, yosun

Sen böyle gecenin ortasında

Olan bitenden habersiz

Uyuyor musun?

Güvercin sesi, çocuk sesi, tren sesi

Parmaklıklara yakışmayan ne varsa

Duvarlarında

Güneş bütün gün çağıradursun

Elden ne gelir

Yaşamak böyle kanlı akarsa

Maviliğin dibinde böyle gözyaşları

Kirli, ağır, durgun

Daha bir süre akıp gidecek duvarlarında...

Ya Kemal Tahir;

Denir ki 4 ay boyunca hücresinde tek başına kalan, yalnızlığından bunalmaya başlamış, kendini resim yapmaya ve okumaya vermiş Kamil Bey’i anlatan "Esir Şehrin Mahpusu" eserini Kemal Tahir, Sultanahmet Cezaevi'nde yazmış...

1969’da kapatılan Cezaevi 12 Eylül’de, ülke dev bir hapishaneye dönüşünce, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın isteği ile tekrar cezaevi haline getirilmiş...

Yine Anadolu çocukları tıkılmış içeri...

Kimisine "Sağcısın, faşistsin" demişler atmışlar, kimisine "Solcusun, komünistsin" demişler atmışlar içeri...

Sonra da, hücreler, işkenceler, dayaklar, falakalar...

Sonu gelmemiş taa ki 1986'ya kadar...

Kapatılmış Sultanahmet Cezaevi ve ondan sonra orası tam bir batakhaneye dönüşmüş...

Viran olmuş tarih...

Esrarkeşlerin, alemcilerin, yersizlerin, yurtsuzların, kumarcıların mekanı olmuş adeta...

Hele bir adam dururmuş girişte...

Önünde masası, altında sandalyesi...

Masanın altında şarabı...

Kendisini oranın müdürü ilan etmiş…

"Kimsin sen?" dedikleri zaman, "Buranın müdürüyüm" der şarabından bir fırt çekermiş...

Haaa unutmadan; Sultanahmet Cezaevi'nin kahpe 12 Eylül mahkumları mı?..

Ağırlıklı olarak o zamanın solcuları...

Hücreler, ıslatıp ıslatıp dövmeler, bir kişinin zor sığdığı hücreye üç kişiyi tıkmalar...

Veee avaz avaz bağıran Müşerref Akay'ın seslendirdiği;

"Kahraman ırkıma sızmış ihanet

Bütün yüreklerde acı ve nefret

Düşmanlarım mert değil hepsi de namert

Türk’e Türk’ten başka yoktur dost millet...

Ata'nın verdiği ilkelerle coşalım

Onun gösterdiği hedeflere koşalım

Türkiyem Türkiyem cennetim

Benim eşsiz milletim..."

şarkısı çıldırtır adeta kulakların zarı patlar...

Buna karşılık solcu mahkumların hep bir ağızdan söylediği bir türkü yayılır taaa Sultanahmet Meydanı'na...

"Mapusun içinde üç ağaç incir

Elimde kelepçe boynumda zincir

Oy zulum zulum başımda zulum

Uzak git ölüm..."

Eveeeet değerli dostlar;

Tanklara, toplara, füzelere, tüfeklere sahip olan devleti yönetenlerin, işi fikir üretmek, yazı yazmak, şiir yazmak olan düşünürlerden, aydınlardan korkması, onları hücrelere tıkması ne tuhaf değil mi?..

Bugün her ne kadar o cezaevi 5 yıldızlı lüks bir otel olsa da hala duvarlarında yankılanır Nazım Hikmet'in dizeleri;

"İnsanların kanatları yok

insanların kanatları yüreklerinde.

Dört güvercin

güneşe varmak için

yıkandı, uçtu sudan..."

İşte böyle dostlar...

Bugün sizlerle uzun bir yolculuk yaptık, tarihin izini sürüp Sultanahmet Cezaevi'ne düştük...

Tarihi cezaevinden kalan hücre kapılarından birini de Küçük Ayasofya Camii'nin bahçesinde bulduk...

Sizler için fotoğrafladık, hem şimdiki oteli, hem de kendilerine işkence yapsalar da, hapislerde çürütseler de fikirlerini öldüremedikleri insanların yüzlerine kapanan demir kapıyı...

Ders alınır mı?..

Bilmem...

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler...

Selamlar, sevgiler...