CiddiGazete- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Habertürk yazarı Fatih Altaylı’nın, "Kendinizi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısında rakip olarak mı görüyorsunuz" sorusuna verdiği, "Ben tek başıma kendimi rakip olarak görmüyorum elbette. Ama Erdoğan’ın karşısındaki rakip takımın bir oyuncusuyum. Teknik direktör beni oyuna sokar veya sokmaz. Ona ben karar vermeyeceğim. Ama oyuna girme ihtimali olan bir oyuncuyum" ifadesinin yanlış anlaşıldığını söyledi.

Tarihi Haliç Tersanesi’nin 567'nci yıl kutlamaları haftasında düzenlenen tanıtım toplantısının ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevaplayan İmamoğlu, "Tek başına bir oyun izlemeye alıştığınız için takım oyunundan uzaklaştınız, hiç anlamıyorsunuz. Takım oyunundan, oyuna girecek oyuncudan, teknik direktörden bahsediyorum. Takım oyunundan umutlu bu millet. Çünkü yıllardır tek kişilik oyun görüyor. Ve unuttuğu için takım oyununu kavrayamıyor.

Diyorum ki, 'Takım oyuncusuyum ve oyuna girecek kişilerden birisiyim. Beni daha evden sahaya giderken yolda sakatlamaya çalışıyorlar' onu ima ettim. Ben Cumhuriyet Halk Partiliyim. Her Cumhuriyet Halk Partilinin ailesinin lideri olan Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu adaydır" diye konuştu.

BABA-OĞUL BENZETMESİ

Gazetecilerin soruları ve İmamoğlu’nun cevapları şöyle:

- Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup konuşmasında, "Birbirlerinin gözlerini oyacak noktadaydılar, çıktı, ‘Benim oğlum gibidir’ dedi. Oğluna sahip çık" açıklamasını yaptı. Aslında Kılıçdaroğlu'na yönelik sözleri. Ama tabii siz de dahilsiniz. Ne demek istersiniz?

- "Bizde ayrı gayrı yok. Sayın Kılıçdaroğlu, bizim ailemizin lideri. Dolayısıyla, eğer ona bir laf edilmişse, ona bizim de cevap verme hakkımız vardır. Zira bahsettiği kavramın içinde ben de varım. Tabii bizim bir aile oluşumuza, kuvvetli bağlarla birbirine sarılıyor olmamıza bu kadar ilgi göstermesi, garip. Demek ki, kendi ailesi içerisinde bu birliği ve bütünlüğü kaybetmiş ki, o alanda bile bizi kıskanıyor. Yani bu kıskançlığı o kadar büyümüş ki Sayın Cumhurbaşkanı'nın, gözü hiçbir şey görmeyecek hale geldi diyebilirim. Ama biz, çok sıkı bağlara sahibiz. Cumhuriyet Halk Partisi ailesi olarak, Genel Başkanımla benim aramdaki ilişkiyi, Genel Başkan'ın bir 'baba-oğul ilişkisi' diye tariflemesi, muhteşem bir duygu. Bunu bir tek babam kıskanır diye düşündüm. Hani babam der ki, 'Ya nasıl böyle bir şey der benim oğluma.' Ama babam da kıskanmaz. Babam da gurur duyar oğluna böyle bir duygu besleyen genel başkanı olmasından. Fakat görüyorum ki, kıskançlık duygusu Sayın Cumhurbaşkanı'nda yüksek."

"KISKANÇLIĞINIZ TAVAN YAPTI"

- "Ama ben buradan, hazır bu konu geçmişken, Sayın Cumhurbaşkanı'na çağrıda bulunmak istiyorum: İstanbul'u devraldık, kıskançlığınız tavan yaptı. Her hamlemizde kıskançlığınız büyüyor. Ve bu kıskançlıkla yapılan hamleleriniz, saldırılarınız, bize müdahaleleriniz şimdi hukuk eliyle derece yükseltti. Görevden alıkonulmak istenen, görevden alınmak istenen dil ile bir nevi tehdit edilen bir pozisyonda kalmamız sağlanmaya çalışılıyor. Bunların hiçbiri bir kere bizi korkutmaz. Yani biz, 'Korkma...' diye diye büyüyen bir nesiliz. İstiklal Marşı'mızın o ilk kelimesi, ‘Korkma’yla başlar. Ben her zaman söylüyorum; biz asla korkmayız. Ama kendilerine şunu tavsiye ediyorum: Ben neredeyim şu anda? Kasımpaşa'dayım. Yani bugün 567'nci yılını tersanemizin kutladık. Kasımpaşa, önemli bir yerdir. Yiğit delikanlıların olduğu bir semttir ve mertçe mücadele için hayatını ortaya koyan insanlar vardır. Kasımpaşa'nın böyle bir namı vardır."

MERTÇE MÜCADELE ÇAĞRISI

- "Ben, buradan hem bir Kasımpaşalı olarak hem de hemşehri sayılırız, mertçe mücadeleye davet ediyorum Sayın Cumhurbaşkanı'nı. Yani bizim bu büyük ailemizden, bu büyük takımımızdan, bu büyük muhalefet cephesinin oluşumundan insan eksiltmeye çalışmasın. İnsan eksiltmeye değil, mertçe mücadeleye davet ediyorum. Bu elinizdeki devlet gücünü kullanarak, insanları sindirme kavramından uzaklaşsınlar. Bunu da bir tek kendileri yapabilir. Lütfen yapsın. Bu işin yanlış olduğunu, bu işin doğru bir karar olmadığını çıkıp açıklamasını bekliyorum. Bu işin istinaftan dönmesinin şart olduğunu çıkıp açıklamasını bekliyorum. Bunu yaparsa, kendine yakışanı yapmış olur. Bıraksın bizim baba-oğul ilişkimizi. Kıskandığının farkındayım. Kıskanmaya devam etsin. Biz daha çok sarılacağız birbirimize. Ama bu mertliği bekliyorum ben."

- Mertçe mücadelede demişken; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yine aday olacağını biliyoruz. Sizin de muhtemel adaylardan biri olarak isminiz sürekli geçiyor. Mertçe mücadeleden kastınız Cumhurbaşkanlığı yarışında bir mücadele mi?

- "O tarafın meselesi, kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı meselesi olabilir. Bizim meselemiz, memleketin iyi olması meselesi. Yani karşımızdaki iktidarın meselesi, ‘O bir kişi makamda kalsın da gerisi teferruat’ olabilir. Bizim meselemiz, 85 milyon insanın iktidar olması meselesi. Onun için farklı yerlerden bakıyoruz. Onun için benim söylediğim hiçbir sözün, benim kişisel bir kararım ya da yolculuğumla ilgisi yok. Muhalefetin bütüncül mücadelesinin ortaya koyduğu kararlı yolculuğun mertçe bir alanda olabilmesi için şartları sağlasın. Bu hem vazifesidir bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyet’i devletinin 200 yıllık demokrasi mücadelesi verilen bu toprakların Cumhurbaşkanı olarak, sorumluluğudur, onu hatırlatıyorum hem de Kasımpaşa'dan sesleniyorum: Yapması gerekir. Ne demek istediğimi anlamıştır, diye düşünüyorum."

SÜLEYMAN SOYLU'YA CEVAP

- Hakkınızda çıkan kararın ardından hem Yüksek Seçim Kurulu Başkanı'ndan hem de Süleyman Soylu'dan, İçişleri Bakanı'ndan çeşitli açıklamalar geldi. YSK Başkanı, "Cumhurbaşkanı seçilirse, hemen arkasından karar kesinleşirse, mazbatayı alamaz" dedi. Sayın İçişleri Bakanı da "Karar kesinleştiği anda görevden alırım" dedi. Bu açıklamaların, bu kadar erken bir seviyede yapılmış olması üzerine neler söylersiniz?

- "Dedim ya; işte bunların hepsini bitirecek olan, Sayın Cumhurbaşkanı'nın mertçe yapacağı açıklamalar. Yoksa böyle konuşur giderler. Düşünsenize, tekil şahıs kipini kullanıyor; 'Alırım.' 'Görevden alırım', 'Yaparım, ederim...' Yahu gidip çay içecek kahvehane bulamayacak İçişleri Bakanı. Ne Gaziosmanpaşa'da bulabilecek ne de Of'ta bulabilecek. Bu kibirli, bu hani haddini aşan, makamı... Bakın biz makama geldik değil mi? Ben, makama bir şeyler katmaya gayret ediyorum. İstanbullulara hizmet etmeye gayret ediyorum. Onlar ise makamdan güç alan şahsiyetler. YSK Başkanı, İçişleri Bakanı... Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakın, en az konuşan makamlardır. Çünkü bunlar gerçekten kutsaldır. Çok önemlidir. İçişleri Bakanı'nın yönetimi hattına bakın; güvenliğiniz, 7/24 yaşam koşullarınızın emanet edildiği alanlardır. Saygı, minnet duyuyorum, jandarmamızın önünde, polisimizin önünde, şehitlerimizin huzurunda saygıyla eğiliyorum. Ama bu dil, o alana yakışmayan bir dil. Yani benim peşimden MOBESE'leri izleyen bir göz, başka ne der işte? 'Alırım' der, 'Yaparım' der, 'Ederim' der. Böyle bir akıl. Ben MOBESE işini bıraktım zannetmezsin. Ben, MOBESE meselesini hayatta var olduğum sürece takip edeceğim. Çünkü, bugün yaptıkları da aslında bir nevi MOBESE sürecinin basına aktarılması gibi bir süreç."

YSK BAŞKANI

- "YSK Başkanı; işine bak. Başka konularda 'Cevaba lüzum yoktur' demecini veriyorsun ama bu mesele olunca... Bu arada gazeteciyi tebrik ediyorum, güzel bir habercilik örneği göstermiş ve sorumsuz bir dilin ortaya çıkmasını sağlamış. Görevini yap. Sürecine odaklan. Geçmiş seçimde ne oldu? YSK'ya siyasi baskı uygulandı. Siyasi baskı, siyasi erk, 'Bu seçimi iptal dilmelidir' dedi. 'Hırsızlar var' dendi. Yani ne güzel ikili, bak sıraladınız. İçişleri Bakanı, '700'e yakın terörist tespit ettik' dedi sandıklarda. Ne oldu üç senenin sonrasında? Davalar açıldı. Yargılanan 40 küsur kişi oldu. Bir tane suçlu yok, beraat. Bu karar, bu insanlara zulüm. Bu insanlara ikinci bir seçim yaptırmak, bu ayıbı işletmek, milyonlarca, on milyonlarca, yüz milyonlarca liranın harcanmasına sebep olmak… Yani hiç oturup düşünmüyorlar mı? Kafasını ellerinin arasına alıp, hiç mi vicdan muhasebesi yapmıyorsunuz? Hala çıkıp yön vermeye, dizayn etmeye çalışıyorsunuz, talimatla. Bugünün anahtar kelimesi iki tane. Bana baksınlar, İstiklal Marşı'nın o ilk kelimesini, ‘Korkma’yı unutmasınlar. Bir de Ankara'ya baksınlar, beklentimi ifade ediyorum; mertlik. Bu kadar."

SELAHATTİN DEMİRTAŞ

- Bugün de bir açıklama Selahattin Demirtaş'tan geldi. Kendisi, "Stratejik açıdan dünyanın en çok yetkiye sahip koltuğunu almak için seçime gidiyoruz. Hepimizin amacı, bu makamı gerçek sahibine, yani halka teslim etmek olmalıdır. İsimler üzerinden tartışma yürütmek, belirlenen amaçtan sapmak anlamına gelir" dedi. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

- "Ne güzel söylemiş. Az önce söylediğimi tekrar etmiş. 85 milyon insana emanet etmek istiyoruz Cumhurbaşkanlığı koltuğunu. Kendilerine, ‘Geçmiş olsun’ diliyorum. İnşallah bu süreç, onu da çoluğuna, çocuğuna, ailesine, eşine kavuşturacak. Hukuksuz yargılanıp, içeride yatan benim kardeşim Tayfun'u da Can’ı da diğer arkadaşlarını da çoluğuna, çocuğuna, evlerine, ailelerine kavuşturacak. Yani bütün bu hukuksuz alanlar sona erecek. Kesinlikle öyle. Bu seçim mücadelesi, kişisel mücadele alanı değil kardeşim. Ben ne diyorum? İstanbul Belediye Başkanıyım. Neferiyim. Ve bu seçimi, milletimiz için kazanacağız. 85 milyon insan için. Bana o hukuksuz kararı veren hakimin, savcının çocukları ve eşleri için kazanacağız bu seçimi. Onların çocuklarının, onlarının eşlerinin hayat boyu hiçbir hukuksuz alanla, ortama maruz kalmamaları ve mağdur olmamaları için bu seçimi kazanacağız. O bakımdan, çok güzel söylemiş Sayın Demirtaş. Diline sağlık."

İMAMOĞLU NE DEMİŞTİ?

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisine verilen hapis cezası ile siyasi yasak kararı ile ilgili görüşünü açıklamasını isteyen Ekrem İmamoğlu, Habertürk yazarı Fatih Altaylı'ya, "Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp fikrini açıkça paylaşsın. 'Evet bu karar doğrudur' da diyebilir, 'Bu karar yanlıştır ve istinaftan dönmelidir' de diyebilir ama net olsun. Top çevirmesin. Çünkü ben mertçe bir mücadele istiyorum. O da böyle bir mertçe mücadele istiyorsa bunu söylesin" ifadelerini kullanmıştı.

Bunun üzerine Fatih Altaylı, İmamoğlu’na "Yani mertçe bir mücadele derken kendinizi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısında rakip olarak mı görüyorsunuz" sorusunu yöneltmişti. İmamoğlu bu soruya şu cevabı vermişti:

"Fatih Bey, ben tek başıma kendimi rakip olarak görmüyorum elbette. Ama Erdoğan'ın karşısındaki rakip takımın bir oyuncusuyum. Teknik direktör beni oyunu sokar veya sokmaz. Ona ben karar vermeyeceğim. Ama oyuna girme ihtimali olan bir oyuncuyum. Ve işin güzeli bugün bizim takımda oyuna girmeye ve sonucu değiştirmeye aday, o kapasitede pek çok oyuncu var artık. Dün sayamazdınız bu oyuncuları bugün ise pek çok oyuncumuz var rakibe gol atabilecek. Bu zenginlik artık muhalefet tarafında var. Tek seçeneğe mahkum olan iktidar tarafı artık muhalefet değil. Benim söylemek istediğim ise şu. Rakibin oyuna girme ve skoru değiştirme gücüne sahip oyuncularından biri maç öncesi yolda, maça gelirken ve üstelik oyuna girip girmeyeceği bile belli değilken sakatlamasınlar. Yolda otomobille çarpıp oyun dışı bırakmayı içlerine sindiriyorlar mı, sindiremiyorlar mı bunu söylesinler! Rakibin bir oyuncusunu, saha dışında sakatlayıp oyun dışı bırakmayı doğru buluyorlar mı, bulmuyorlar mı bunu açıkça halka anlatsınlar. Mertçe bir mücadele istiyorlar mı, istemiyorlar mı ben bunu merak ediyorum. Tam fikirlerini duymak istiyorum... Yoksa tabii ki, kendimi aday görmek gibi bir hadsizlik içinde değilim. Ama takımın sahaya çıkarabileceği bir oyuncusuyum. Bu net."