Kıymetli dostlar; milli mücadelemizin sene-i devriyesini kutluyoruz.

Çocukluğumda, gazetedeki köşesindeki yazılarını zevkle okuduğum Bal Mahmut ismi ile ünlü Mahmut Baler'in, "Baldan Damlalar" isimli kitabından iktibas ettiğim dönemine ait bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Söz Bal Mahmut'ta:

Köşkte benim de bulunduğum bir gece yemeğinde Atatürk'e soruldu. "Paşam Sayın Mareşal'e neden bu kadar büyük sevgi, büyük hürmet ve yakınlık gösterirsiniz? Askerlik bilgisi bakımından mı, yoksa bizim bilmediğimiz daha başka sebepler bakımından mı?

Atatürk; geçirdiği eski müşkül günlerin hatıralarını, yüzünde beliren düşünceli bir ifadeden sonra heyecanla konuşmaya başladı.

"Maruz kaldığımız ağır mağlubiyet ve işgal felaketinde, bu mağlubiyeti hissiz bir alakasızlıkla kabul etmeyi bir türlü hazmedemedim ve içimden taşan bir isyan ve vatanseverlik duygusuyla mücadeleye karar vererek devrin Sadrazamı Ferit Paşa'dan bir mülakat istedim. Ferit Paşa beni kabul etti. Kendisine: "Paşam ben bu mağlubiyeti aciz kuzu gibi kabul edemiyorum ve bu devletin de böyle göçüp tarihten silinmesini bir türlü hazmedemiyorum. Mücadeleye girip memleketimizi kurtarmamız için çalışmamız lazımdır diye kanaat ve fikirlerimi anlattım. Ferit Paşa yarım gülerek:

"İlahi Paşam, biz her bakımdan mağlup olmuş bir devletiz. İngiliz donanmasının memleketimize uzanan topları neredeyse köprüyü yalıyor. Neyle, neyimizle ve nasıl mücadele edeceğiz anlayamıyorum" dedikten sonra "ben sizin bu karar ve fikirlerinizi Padişahımız efendimize arz ederim. Ondan alacağım cevabı da size bildiririm" diye ilave etti.

Ben bir münakaşaya girmeden pekala deyip Ferit Paşa'dan ayrıldım. Sonra benim fikirlerimi Padişah Vahdettin'e arz etmiş, Padişah da Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile görüşmemi istemiş. O zaman Genelkurmay Başkanlığı Beyazıt Meydan Kapısının sol tarafında ve Merkez Kumandanlığı da sağ tarafında iki küçük kasr (saray yavrusu) halinde bulunan binalarda idi.

Ben Ferit Paşa'dan bu malumatı alınca doğruca Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'ya giderek Padişahın arzuları üzerine kendileriyle görüşmek istediğimi bildirdim. "Buyurun" deyip beni kabul etti.

Ben Ferit Paşa'ya söylediklerimi aynı şekilde Cevat Paşa'ya anlatırken ikinci Reis olan Fevzi Paşa'da (Çakmak) içeriye girip yanımıza oturdu ve beni selamladıktan sonra bizi dinlemeye başladı. Ben Ferit Paşa'ya söylediklerimi tekrarladım. O da aynen Ferit Paşa'nın bana verdiği cevap gibi verdi. "Biz tam manasıyla mağlup bir devletiz, nemizle ve nasıl bir mücadeleyle memleketimizi kurtaracağız? Her şey ve her tarafımız işgal altında" deyince: Cevat Paşa'nın oturduğu makam odasının pencereleri fevkalade büyük ve genişti. Ben "Paşam şu büyük pencere camının ölçüsünde bir beyaz kâğıtla, yine o ölçüde bir Türkiye haritası getirmelerini emreder misiniz?" dedim. Beyaz kâğıtla Türkiye haritasını getirdiler. Haritayı pencerenin camına tutarak üstüne de beyaz kâğıdı kenarlarından yapıştırttım. Dışarıdan gelen güneş ışığıyla kâğıdın üzerine haritadaki Türkiye hudutlarının tamamını çizdim ve İstanbul'un bulunduğu yere de bir nokta koydum. Sonra Cevat Paşa'ya dönerek:

"Paşam işte sizin işgal altında dediğiniz vatan sahamız yalnız bu noktadan ibarettir. Üst tarafı kâğıtta gördüğünüz gibi geniş saha tamamen boş, serbest ve bakirdir. Biz bu geniş satıhta bu noktayı kurtaracağız" diye İstanbul'u gösterdim, Fevzi Paşa olduğu yerden gözyaşlarını silerek fırladı ve benim boynuma sarılarak "Aziz Paşam bütün varlığımla ve tam olan imanımla sizinle beraberim. Bu kutsi düşüncelerinizi tatbike vakit kaybetmeden derhal başlayınız. Allah bizimle beraberdir" dedi.

O anda orada en katı kalpleri bile doldurabilecek bir hava esti ki Cevat Paşa' da "Allah muvaffak etsin" demekten başka bir şey söyleyemedi. İşte ben Fevzi Paşa'dan aldığım azm-i iman cesaretimi milli mücadelenin sonuna kadar bir zaaf ve tereddüde yer vermeden yaşattım ve müşterek mesaimizle de Allah'a şükür büyük zafer tahakkuk etti. İşte Fevzi Paşa, ölçüsüz ve eşsiz bir kahraman ve büyük bir iradeye sahip vatanseverdir. Kendilerine gösterdiğim sevgi ve hürmet de bedava değildir" dedi.

-

Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır!

Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken kılı kırk yarabiliyor muyuz? Görev isteyene verilmelidir. Atatürk bu görevi kendisi isteyerek üstlenmiştir.

Her hangi bir makam ve yetki sahibinden beklentisi olanların övgü dolu sözlerinin hiçbir inandırıcılığı yoktur!

Sizden hiçbir beklentisi olmayanların övgüsüne mazhar olabiliyorsanız ne mutlu size!..

Atatürk kimseden övgü beklemeden her türlü riske rağmen görüşlerini ortaya koymuş ve ikna ederek yetkiyi almıştır.

Bağımsız yaşamayı karakter haline getirmiş bir toplumu ancak millet adına, milletin değerlerine sahip ve o değerler uğruna ölmeyi göze alabilecek kadar inanç sahibi, milletin sinesinden çıkmış evlatları kurtarabilirdi ve öyle de oldu.

Farklı insanlar farklı olan insanları Farkeder.

Farklı olan insan milletine ait inancını yüreğinde taşıyan insandır.

Atatürk'ü farkeden farklı insandır, Mustafa Fevzi Çakmak!

Farklı insan tavır ortaya koyan ve geliştiren insandır. Farklı insan söz konusu vatan olduğunda Farklı insana bağlanan insandır. İşte Size iki farklı insan tavrı...

Biri Mustafa Kemâl Atatürk, diğeri Mustafa Fevzi Çakmak.

Demlenmiş dostluklarıda vatan sevdası üzerine inşâ edilmiştir.

Allah onlardan razı olsun.

En güzel günlerde sizlerin olsun.

Selam ve duâ ile...

"Allah Türk milleti ile beraberdir."

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE.