"Alparslan Türkeş" ismi hayatıma ilk kez 1977 yılında girdi.

Henüz 8 yaşında bir çocukken; Bafra'nın dar sokaklarında, üzerinde pazarcı hoparlörüyle gezen Murat 124'ten yapılan "Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Alparslan Türkeş, ilçemize teşrif edeceklerdir" anonsu beni başka bir dünyaya götürdü.

İlkokulda, derste duyduğum o ses karşısında, "Türkeş bizim eve gelecek" diye istemsiz bir haykırışta bulundum.

-

O tarihte; o da henüz çocuk sayılacak yaştaki rahmetli ağabeyimin gönül bağından dolayı, yüzlerce ülkücü gibi Alparslan Türkeş de bizim hanemizin konuğu oldu.

-

Müşfik bakışlı, kalender görünümlü bu şahsiyetin elini öptüğümdeki sıcaklığı, yüreğimde hiç bir zaman soğumadı. Saçımı okşayıp "Adın ne evladım" demesi, ömrüm boyunca tükenmeyecek sevginin ilmeklerini attı kalbime...

-

O; 1940'lı yılların Türkçüsü...

27 Mayıs ihtilalinin kudretli Albayı...

1970'lerin Başbuğu...

1990'ların Bozkurtuydu...

Parti başkanı değil, liderdi...

Davasını, ideolojisini, ilkelerini kendisi yazdı...

Çizdiği yol, Türk milliyetçilerine ışık oldu...

Türk dünyasının birleşmesi için mücadele eden, ödünsüz politikalarıyla tavizsiz bir dava adamıydı.

Yakın tarihin, Atatürk'ten sonraki en önemli şahsiyeti, milletimizin yetiştirdiği büyük devlet adamı, davasının, ülküsünün mimarıydı...

-

Öğütlediği yolda yürüdük...

Bir yandan Türk milletinin var olma mücadelesine okyanusta damla misali destek olurken, bir yandan da hayatımızı idame ettirmenin mücadelesine soyunduk...

Yıllar yılları kovaladı...

-

1997 4 Nisan...

Türk basınının amiral gemisinde spor yazıyorum.

Akşam saati; evdeyim...

Cep telefonları şimdiki gibi yaygın değil.

Haber henüz televizyonlara düşmemiş...

Sosyal medya yok.

Gazeteden bir arkadaşımız arıyor ve acı haberi veriyor; gazeteye gelmemi istiyor.

30 dakika sonra gazetedeyim.

Telaş içinde, ülküdaşlarıma ulaşmaya çalışırken, yazı işlerinden sesleniyorlar...

Genel yayın yönetmeni birinci sayfanın başında...

Kimse ne yazacağını bilmiyor.

Böyle acı bir haber milyonlara nasıl verilir?

1977'de "Türkeş bizim eve geliyor" diye bağıran çocuk; 1997'de bu kez Türkeş'in vefat haberini Türkiye'nin en büyük gazetesinde yazıyor...

"Yanlış bir ifade kullanıp milyonları üzmeyelim... Sen yaz" diyorlar ve dünyalardan ağır görevi omuzlarımıza yüklüyorlar... 

"MHP'nin efsanevi lideri ve Türk siyasi hayatında Başbuğ olarak bilinen Türkeş'in öldüğü haberi dün gece Türkiye'ye bomba gibi düştü..." ifadeleri parmaklarımın ucundan klavyeye dökülürken, gözlerimden süzülen damlalar da masayı ıslatıyor...

Haberi yazarken ellerim titriyor, yüreğim derin bir hüzünle sarsılıyor...

Sanki farklı bir boyuta geçiyorum. Bir kâbustu yaşadıklarım ve biri beni uyandırsın istiyorum.

Olmadı...

-

Sayfanın başından gözlerim yaşlı kalkarken, genel yayın yönetmeni, "15 gün izinlisin. Cenaze merasimine katıl, kafanı topla öyle gel" diyor...

-

Ankara'da o karlı 8 Nisan günü, son görevimizi yerine getirip Başbuğumuzu ebedi yolculuğuna uğurluyoruz.

Ankara'nın soğuğu değil, yokluğu sızlatıyor içimizi...

-

15 gün sonra gazeteye gidiyorum...

Masamın üzerinde bir çiçek...

Duvarda 2 metrelik Türkeş fotoğraflı bir pankart ve "Başın sağ olsun" yazısı...

Merak ettiniz değil mi bunu yapan kim?

Ne Başbuğ Türkeş'i kaybettiğimiz o günü, ne de meslek büyüğüm Rahmi Turan'ın bu jestini ömrüm boyunca unutamam...