Lise çağlarımda okulun duvar gazetesine bir yazı kaleme alırken "Osmanlıca Türkçe Sözlük"ü önüme çeker, kullanımdan kalkmış sözcüklerden veya Arapça, Farsça tamlamalardan sekiz on tane bulup yazıya koyardım. İnkisar, tereddi, mebzul, sakil, velhasılı kelam gibi örneğin. Bazıları uymazdı ama. Olsun, uysa da, uymasa da yazıya yerleştirirdim.

Arkadaşlar sorardı:

"Tereddi ne oluyor?.."

Yozlaşma, soysuzlaşma desem herkes anlayacaktı.

Ama benim için hava atmak önemliydi.

Amacım anlaşılmak değil anlaşılmamaktı zaten.

"Vay beee!.. Neler de biliyo" sözleri kulağıma geldiğinde zevkten dört köşe olurdum.

Okuduğum edebi eserler ile söz ve kavram dünyam zenginleştikçe yalın anlatımın önemini kavradım.

Üstesinden gelmesi en zor iş yalın ve kısa anlatımdır. Deli kızın sakızı gibi konuyu, cümleyi sündürmeyi sevmem. Hele kıyıda köşede kalmış ana sütü gibi temiz Türkçe sözcükleri kullandığımda yazımın ışıl ışıl parladığını görürüm.

Şu günlerde herkes "pandemi"ci oldu.

Ama o sözcüğü bana kimse kullandıramaz.

Güzel Türkçemin "salgın"ı var çünkü.

Laf ola torba dola gibisinden Türk değilim.

Kullandığım Türkçe kadar Türküm!..