CİDDİGAZETE

Alparslan Türkeş 25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşe’de doğmuştur. Babası Ahmet Hamdi Efendi, annesi Fatımatül Zehra Hanım’dır. Alparslan Türkeş aslen Kayserilidir. Büyük dedesi Arif Ağa Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesi’nin Yukarı Köşgerli Köyü’nden Kıbrıs’a göç etmiş ve buraya yerleşmiştir. İlk ve orta eğitimini Lefkoşe’de tamamlamıştır. O yıllarda İngiliz işgal idaresi altında bulunan Kıbrıs’tan ailece Türkiye’ye göç etmişler ve İstanbul’a yerleşmişlerdir.

KULELİ’DEN KARA HARP OKULU’NA

Askerlik mesleğine büyük sevgisi olan Alparslan Türkeş, 1933 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ne girmiş; başarı göstererek, 1939 yılında mezun olmuş ve Harp Okulu’na geçmiştir. 1939‘da Harp Okulu’ndan dereceyle mezun olarak orduya katılmıştır. Türk ordusunda muntazaman terfi etmiş ve Harp Akademisi imtihanını kazanarak akademiye geçmiştir.

Başarılı bir eğitim dönemi sonrasında kurmay subay olarak mezun olmuştur.

TÜRKEŞ’İN EVLİLİĞİ

1940 yılında Isparta'da Muzaffer Hanım’la evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocukları dünyaya gelir. Muzaffer Hanım 1974 yılında vefat eder. Alparslan Türkeş 1976 yılında Sevâl Hanım'la ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki çocuğu olur.

1944 MİLLİYETÇİLİK OLAYI

3 Mayıs1944... Ankara'da bir yürüyüş vardır. Türk milletinin ve devletinin bekası fikrine sahip aydınlar ve onların izindeki gençler, basın ve üniversite kadrolarına sızan ve kendilerini cumhuriyetin gerçek sahibi diye gösteren dönme-devşirme ittifakının oyunlarına karşı ideolojik tavır koyar.

Yürüyüşten sonra bir grup milliyetçi aydın tutuklanır. CHP faşizminin açtığı Türkçülük-Turancılık Davası başlar. Milliyetçiler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş de bu aydınlar arasındadır.

20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya, "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği suçu isnad edilmiştir. Bunu şiddetle reddederim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" cevabını verir. Ancak mahkeme tarafından 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve mahkeme süresince bir yıl hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen ceza daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve beraat eder.

YURTDIŞI GÖREVLERİ

1948 yılında Genelkurmay tarafından açılan imtihanları kazandı ve bütün eğitim dönemindeki başarıları da göz önüne alınarak Amerika’ya tahsile gönderildi. ABD’de piyade okulu ve Amerikan Harp Akademisi’nde tahsil gördü, buralardan da iyi derecelerle mezun oldu.

1955‘te kurmay binbaşı olan Alparslan Türkeş, Washington’da bulunan daimi grup nezdinde Türk Genelkurmayı’nın temsil heyeti üyeliğine tayin edildi.

1957 yılının sonuna kadar vazifesini sürdürdü.

Bu süre içerisinde University of America (Amerika Üniversitesi)‘ya devam etti, International Economics tahsili gördü. Daha sonra yurda dönen Alparslan Türkeş, 1959‘da Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderildi., Türkeş, bu okulu da üstün başarıyla bitirdi.

İyi derecede Fransızca ve İngilizce bilen Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960 yılına kadar Avrupa’da muhtelif Nato toplantılarında Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın temsilcisi olarak bulundu.

27 MAYIS 1960 DARBESİ

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin önde gelen isimlerinden olan Alparslan Türkeş, bu hareketi partilerüstü ve milli birliği sağlayacak bir reform hareketi olarak düşündü. Müdahaleden sonra Milli Birlik Komitesi Üyesi olarak, Başbakanlık Müsteşarlığı yaptı.

Görevde bulunduğu 27 Mayıs 1960-25 Eylül 1960 tarihleri arasında "Ülke ve kültür bütünlüğü kanun tasarısı"nı ve "Devlet Planlama Teşkilatı kanun tasarısı"nı kanunlaştırdı.

CHP’li bazı politikacıların Milli Birlik Komitesi üyelerine yapmış oldukları bazı telkinlerle, 13 Kasım 1960 tarihinde 13 arkadaşı ile Mili Birlik Komitesi’nden çıkartıldı ve Mürtet Hava Üssü’nde hapsedild. Daha sonra da CHP’lilerin rahat hareket etmeleri için, 19 Kasım 1960‘da Türkiye’den, askeri ateşe görevi ile Hindistan Yeni Delhi’ye sürgüne gönderildi.

Alparslan Türkeş Hindistan’dayken, hükümet yöneticilerine mektuplarla özellikle idamların yapılmaması konusunda sürekli ikazlarda bulundu.

23 Şubat 1963‘te yurda dönen Alparslan Türkeş, dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurdu.

TALAT AYDEMİR OLAYI

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiasıyla 21 Mayıs 1963’te tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi’nde dört ay hücre hapsinde yatar. Yargılama sonucunda beraat eder, 5 Eylül 1963‘te tahliye olur.

CKMP DÖNEMİ

31 Mart 1964‘te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’ne üye olmuş ve Parti Genel Müfettişliği görevini almıştır. 1 Ağustos 1965‘te CKMP’nin kongresinde parti üyeleri tarafından genel başkanlığa seçilmiştir. (8-9) Şubat 1969 CKMP’nin Adana’daki kongresinde Alparslan Türkeş’in teklifiyle partinin ismi Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiştir.

MHP DÖNEMİ

65-69, 69-73, 73-77 ve 1977‘den 12 Eylül 1980‘e kadar dört dönem, Ankara ve Adana’dan milletvekilliği yapmıştır. 1975‘den sonra kurulan 1. ve 2. Miliyetçi Cephe hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra sıkıyönetim tarafından tevkif edilmiş ve 29 Nisan 1981 tarihinde, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası adı ile sıkıyönetim mahkemelerinin karşısına çıkarılmıştır. Bir numaları sanık olarak idamla yargılandığı dava nedeniyle uzun süren tutukluluğu, 9 Nisan 1985‘te tahliyeyle son bulmuştur.

MÇP DÖNEMİ

Bu dava nedeniyle dört buçuk yıl tutuklu kalmıştır. 6 Eylül 1987‘de siyasi yasakların referandum ile kalkmasından sonra 20 Eylül’de Alparslan Türkeş, Milliyetçi Çalışma Partisi’ne kaydolmuştur.

4 Ekim 1987 tarihinde yapılan olağanüstü kongre ile Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.

24 Eylül 1991 tarihinde 19. dönem milletvekili seçimlerinde MÇP’nin, IDP ve RP ile üçlü ittifak yapmasıyla Yozgat’tan milletvekili seçilmiştir. 15 Kasım 1991 tarihinde 18 arkadaşı ile ittifaktan ayrılarak bağımsız milletvekili olmuştur.

25 Aralık 1991‘de, Demokratik Hareket Partisi’ni kurmuştur. Kurucular Kurulu kararı ile parti kapatılarak, Milliyetçi Çalışma Partisi’nin 29 Aralık 1991 tarihinde yapılan 3. olağan genel kongresinde MÇP’nin genel başkanlığına seçilmiştir.

MÇP’DEN YENİDEN MHP’YE

12 Eylül 1980 darbecilerinin kapattığı siyasi partilerin isim ve amblemlerinin kullanma yasağının kalkması ile 27 Aralık 1992 tarihinde, kapatılan MHP’nin o günkü delegelerinin katıldığı kongrede, MHP’nin isim, amblem kullanma yetkisi tekrar kurucu Alparslan Türkeş’e devredildi.

24 Ocak 1993 tarihinde yapılan kongrede, MÇP yerini MHP’ye bıraktı, genel başkanlığa da Alparslan Türkeş seçildi.

Alparslan Türkeş, 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde Adana’dan milletvekilliği adaylığını açıkladı. Milliyetçi Hareket Partisi, 24 Aralık 1995‘de yapılan genel seçimlerde 10‘luk ülke barajına takılarak Meclis’e giremedi.

Başbuğ Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997 tarihinde vefat etti, Ankara Beşevler’deki kabrinde medfundur.

ESERLERİ:

Milli Doktrin 9 Işık

Dokuz Işık

Dokuz Işık ve Türkiye

Ülkücülük

12 Eylül Adaleti (!)

1944 Milliyetçilik Olayları

Modern Türkiye

Milliyetçilik Olayları

27 Mayıs ve Gerçekler

27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler

Ahlakçılık

Ahlak Felsefesi

Bunalımdan Çıkış Yolu

Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler

Dış Meselelerimiz

İlimcilik

Kahramanlık Ruhu

Temel Görüşler

Sistemler ve Öğretiler

Türkiye'nin Meseleleri

Yeni Ufuklara Doğru

Sistemler ve Öğretiler

Gönül Seferberliği

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN BABASI VE ANNESİ

Babası Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesi’nin Yukarı Köşkerli Köyü’nden “Koyunoğlu Ailesi”ne mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey, annesi ise Kıbrıs Türklerinden Fatma Zehra Hanım’dır. Lefkoşe’de 25 Kasım 1917 tarihinde dünyaya gelen Alparslan Türkeş, ata toprakları olan Kayseri’ye özel bir ilgi duyardı ve sevgiyle bağlıydı.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN DOĞDUĞU EV

Alparslan Türkeş, Kıbrıs’ta Lefkoşe’nin Haydarpaşa Mahallesi, Kirlizade Sokağı 13 numaralı evde 25 Kasım 1917 tarihinde öğle vakti dünyaya gelmiş. Başbuğ’un doğduğu ev, bakımsızlıktan şu an harabe halindedir!

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ADI

Koyunoğlu ailesi, yeni doğmuş olan erkek evlatlarına “Ali Arslan” adını vermişler. Arslan adı ile anılmaya başlayan çocuğun adı zamanla “Alparslan” olmuş. Soyadı kanunundan sonra ise “Türkeş” soyadını almış.

Asıl adının Feyzullah olduğu yolunda olan iddialar ise ne ailesi, ne de kendisi tarafından kabul edilmemiştir.

İLKOKULA DÖRT YAŞINDA BAŞLADI

Alparslan Türkeş, ilkokula Lefkoşe’de “iptidai” adı verilen Sarayönü Camii yanıbaşındaki Sarayönü İlkokulu’nda Arap harfleri öğrenerek başlamış, daha sonra rüştüyeye geçmiştir.

“ARSLAN” ADI “ALPARSLAN” OLDU

Alparslan Türkeş, “rüştiye” ortaokul üçüncü sınıfa giderken, Osman Zeki Bey isimli öğretmeni küçük “Arslan”ın adının “Alparslan” olmasını istemiş ve o günden sonra adı “Alparslan” olmuştu.

TÜRKLÜK ŞUURU İLE İLGİLİ İLK BİLGİLERİNİ ORTAOKULDA ALDI

Ortaokulda (rüştiyede) okurken Kıbrıs Türkleri’nden Turgut Bey isimli hocasından Türk toplulukları hakkında ilk bilgileri alan Alpaslan Türkeş; soydaşlarımızın esaret altında yaşadıklarını duyunca 14-15 yaşlarındaki bir Türk gencinin hassasiyetini taşıyarak milliyetçi duyguları kabarmış ve Türk dünyası ülkelerinin bağımsızlığına kavuşması gerektiği fikrini ilk kez bu yıllarda benimsemişti.

“O, küçükken bile ruhunu sarmış olan Türklük ateşi ile yanardı. Türkler’in Kıbrıs’ı mutlaka kurtaracağını, hatta kendisi büyüyünce asker olup Kıbrıs Türkleri’ni özgürlüğüne kavuşturacağını söylerdi.

Tek hedefimiz, İngilizleri Ada’dan kovup özgürlüğe kavuşmaktı. Türkeş, böyle bir ruh hali içinde Türkiye’ye geldi ve subay oldu.”

Dr. Fikret Alkan

Alparslan Türkeş’in çocukluk arkadaşı

ORTAOKULU BİTİRİNCE SUBAY OLMAYA KARAR VERDİ

1571 yılında Osmanlı topraklarına katılan Kıbrıs, 1878 yılında İngilizler’e geçici bir süreyle verilmişti. 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti’nin elinden Kıbrıs’ı İngilizler almışlardı. Kıbrıs yönetiminin İngilizler’in eline geçmesiyle adada Rum nüfusu artmış, Türk nüfus azalmıştı.

İngiliz yönetimine tahammül edemeyen Türkler, anavatana göçüyorlardı. Alparslan Türkeş’in ağabeyleri Mehmet Ragıp ve Ahmet Kazım, 1924‘te imzalanan Lozan Antlaşması’nın bazı haklarından faydalanarak Adana’ya göç ettiler. 1932 yılında ortaokuldaki öğretmenlerinin etkisiyle subay olmaya karar veren Alparslan, ailesini ikna ederek Türkiye’ye göç etmelerini sağlamıştı.

HEDEF KULELİ ASKERİ LİSESİ

3 Haziran 1933 tarihinde Viyana adlı bir İtalyan gemisiyle Lefkoşe’den hareket ederler ve Tuzla’ya gelirler. Oradan İstanbul’a geçerler. Alparslan Türkeş’in tek bir hedefi vardır: Kuleli Askeri Lisesi.

KIBRIS ELBET BİZİM OLACAKTIR

Alparslan Türkeş, Viyana Gemisi’yle askeri lisede okumak için Türkiye’ye ailesi ile birlikte gelirken Kıbrıs Adası, İngiliz idaresinde ve Rum baskısı altındaydı. Alparslan Türkeş, daha o yaşlarda büyük bir bilinçle Viyana Gemisi’nden Kıbrıs’a bakarken şöyle mırıldanıyordu:

“Kıbrıs’ı elbet birgün kurtaracağız.”

O YILLARDA KIBRIS TÜRKLERİ’NİN ASKERİ OKULA GİRİŞİNDE BÜYÜK PROBLEMLER YAŞANIYORDU

Alparslan Türkeş’in Kuleli Askeri Lisesi’ne kaydı oldukça güç şartlarda olmuştu. Kıbrıs Türkleri’nin İngiliz pasaportu taşıyor olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kabul edilmemeleri, Kıbrıslı gençlerin askeri okullara girmelerini engelliyordu. Alparslan Türkeş’in askeri okula girmek için yaptığı başvuru Türk vatandaşı olmadığı gerekçesiyle kabul edilmemişti. Daha sonra CHP İzmit milletvekili Sırrı Bey’in ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın devreye girmesi ile Kıbrıslı gençlerin Kuleli’ye ön kayıtları yapıldı. Kesin kayıtları ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildikleri zaman tamamlandı.

ALPARSLAN TÜRKEŞ, SOYADINI TARİH KİTAPLARINDAN BULDU

1934 yılında soyadı kanunu çıkmış, Alparslan Türkeş’in ailesiyle birlikte T.C. vatandaşlık başvuruları da kabul edilmişti. Onların da soyadı almaları gerekiyordu. Babası nüfus müdürlüğüne gidip “Koyunoğlu” soyadını almak istediğini söylemiş ancak kabul edilmemişti. Çünkü o yıllarda aile lakabından ziyade öztürkçe isimlerin soyadı olarak alınması tavsiye ediliyordu.

Alparslan Türkeş ve babası, tarih kitaplarını karıştırıp tarihi Türk isimlerini bir liste yaptılar. Altay adını soyadı olarak almak istiyorlardı ama bu soyadını alanların çok olduğu kendilerine ifade edilmişti. Nüfus memuru Türkeş ailesinin hazırladığı öztürkçe isim listesinin ikinci sırasındaki “Türkeş” isminin soyadı olarak daha uygun olacağını ifade ederek bu adı seçmişti. Alparslan Türkeş’in Adana’da bulunan ağabeyleri Mehmet Ragıp ve Ahmet Kazım, 1934 yılında “Türkiş” soyadını almışlardı.

ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN SÖZLERİ

Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.

Alınan görevleri yapmak ve yapıldığını takip etmek lâzımdır. Millet hayatında başarı devamlılığa bağlıdır.

Başarı için muntazam plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Son nefesimizi verinceye kadar çalışacağız.

Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez.

Biz aziz milletimize müreffah, kuvetli ve büyük bir Türkiye taahhüt ediyoruz; kendimizi millete adıyoruz ve Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz.

Bizim savunduğumuz Dokuz Işık'çı sistemin hedefi Türk Milletinin her ferdini mülk sahibi yapmaktır.

Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz…

Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz.

Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.

Dokuz Işık Doktrini, derin bir insan sevgisi ve insan haysiyetine saygı ile bağlı olma isteğini içerisinde taşır.

Emirlere mutlak itaat lâzımdır. Laubali, gevşek, disiplinsiz, metotsuz kimselerle dâvamız yürümez. Her şeyde örnek olmak lâzımdır.

Fikir, iman, ülkü aşkı… İnsanları güçlü yapan bunlardır.

Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş.

Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.

İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla müsaade, müsamaha etmezler.

İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk milletidir. “Dokuz Işık” demek, Türk ülküsü demektir.

İslamiyet'i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır.

Komünist sistemlerde halkın esaret altında oluşunun sebebi bir mülk sahibi olamamasıdır. Hürriyetin tek garantisi mülkiyettir.

Milletler arasındaki mücadele şuurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altına düşerler.

Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.

Millî kalkınmamızı gerçekleştirmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için Türk milletini yeniden kurmak zorundayız. Vatandaşlarımız arasında parti, mezhep, ırk ve bölge farkı gözetmeksizin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bağlar dokuyacağız.

Mücadelemiz her ne pahasına olursa olsun, siyasi kazanç mücadelesi değil, ahlâk ve fazilet mücadelesidir. Bu mücadelenin karakteri yıkıcı değil, yapıcı olmaktır. Bu şerefli mücadeleye Türk milletini davet ederim.

Toprak bütünlüğümüzü devletimizin ve milletimizin bölünmezliğini hedef alan hainlere karşı Türk milleti olarak ayağa kalkmalıyız.

Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez.

Türk devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk milletinin teminatı ve istikbali gençliktir.

Türk milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk milletinin kendi tabii haklarının savunulması, korunması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesidir.

Türk milletine Bizans'tan geçen bir hastalık vardır. Gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek. Bu hastalık sizde var. Bu hastalığı tedavi etmeniz lazımdır. Bu hastalığı tedavi etmezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi harekette bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz herşeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz. Türk milletini batıran, Bizans'ı batıran, Osmanlı imparatorluğunu batıran hastalık budur.

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.

Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddim bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz; Herkese yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıda göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.

Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir, vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk milletinin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak…

Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür.

Türkiye'nin yükselişi ithal fikirle olmaz. Hiç bir yabancı, Türk’ün menfaatlerini Türk milletinin kendisi kadar düşünemez.

Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.

Türk’ün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.

Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.

Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.

9 IŞIK

MİLLİ DOKTRİN 9 IŞIK

9 Işık Doktrini, Alparslan Türkeş tarafından Millî Doktorin Dokuz Işık olarak ortaya konulan ülkücülüğün ana ilkeleridir.

9 Işık doktrini, 1965'te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'nin, 1969 yılından itibaren de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'nin programının temelini oluşturur.

Alparslan Türkeş bu tezini, başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktorinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek için ortaya koymuştur.

DOKUZ IŞIK’IN ESASLARI

Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüşüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalizim ile hiç bir ilgisi yoktur. Türkiyemizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulması ile mümkündür. Bu da herşeyden önce dünya çapında çok üstün kaliteli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır. Bizim inancımıza göre, yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye’nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye’yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, müslüman Türk milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden milli bir görüş olmalıdır. Bunun kısaca formülü Türk emek potansiyelinin, milli üretim faktörlerine rasyonel bir şekilde bağlanması, devletin vatandaşlara üretim yollarını açarak bütün tedbirleri alması ve kolaylıkları temin etmesi ve milli gelirin artmasında kendisine düşen esas rolü oynamasıdır. İşte biz böyle milli bir doktrin sahibi bulunduğumuz iddia eden bir kadroyuz. Milli görüşümüzün adı “Dokuz Işık Doktrini” dir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasıyla şunlardır:

MİLLİYETÇİLİK

Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.

ÜLKÜCÜLÜK

Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.

AHLAKÇILIK

Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi ön gören esaslara dayanır.

İLİMCİLİK

Olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim mentalitesi ile incelemek ve girişilecek her çeşit faaliyette ilmi önder yapmak prensibidir.

TOPLUMCULUK

Her çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. İçtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır. İktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.

KÖYCÜLÜK

Köyleri tarım kentleri haline birleştirerek kalkındırmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder.

HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK

Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmiştir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder.

GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK

İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapılacak her işte halka doğru, halkla beraber olmayı ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.

ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK

Türk milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lazımdır.

Dokuz Işık görüşünün esasları gayet özet olarak bunlardır. Dokuz Işık, nasıl kapitalizmi, marksist sosyalizmi red ediyorsa, Nasyonal-sosyalizmi ve faşizmi de reddeder. Nasyonal-sosyalizim ve faşizim, kapitalizmin dejenere bir sapması olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Işık ise, insan sevgi ve saygısına dayanır, ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gerçekleştirmek isteyen demokratik bir görüştür. İlahlaştırılmış faşist devletçiliğe, putlaştırılmış nazist ırkçılığa inanılmaz. Fosilleşmiş şöhretlerin yaptığı gibi siyasi kariyerinin belirli bir dönemde faşist, belirli bir döneminde kapitalist, diğer bir döneminde sosyalist olmak, düşüncenin politika ahlakında yoktur. Ülkücüler, Türk’e aşık, Türk vatanına aşık Dokuz Işıkçılardır. Amaçları bu kutsal vatan üzerinde Büyük Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşamasını sağlayacak milli görüşü çizmek, bunu savunmaktır.