"Milliyetçilik sözle olmaz! Milliyetçilik inanç ve aksiyonla, hareketle olur" dedi 9 Işık’ta Türkeş. Bu aynı zamanda bir ahitti. Bağlayıcı nitelikte bir söz... Ve ömrü boyunca ahdine vefa gösterdiği için Türkeş'i aksiyoner Türk milliyetçiliği çizgisinin Atatürk'ten sonraki önderi kabul ediyoruz. O bizim Başbuğ'umuz. (Başbuğ = Önder)

Aksiyon, fizikte, "etki ve değişiklik yapabilen eyleme", felsefede ise "bir düşünce ya da görüşü fikri plandan fiili plana aktarmaya" işaret eder.

Başbuğ Atatürk, Türk milliyetçiliğini yeni Türk devletinin kurucu fikri olarak hayata geçirmişti.

Başbuğ Türkeş ise kurucu fikirden uzaklaşan siyasal sisteme karşı, henüz genç bir teğmen iken başlattığı mücadelesi boyunca, aksiyoner Türk milliyetçiliği çizgisini savundu. Bu çizgiyi yeniden yorumladı. Doktrine etti. Nesillere taşıdı.

Türk milleti, tarihin en hareketli milletidir. Orta Asya'dan Viyana'ya kadar uzanan bu hareketli mizacımız, esasen varoluşumuzun devamını sağlamıştır. Zira biz Türkler, yaşadığımız coğrafyalarda komşularımıza nazaran sayıca / kütlece daha azdık. Bizi ayakta tutan hareketimizdi, yani meydana getirdiğimiz ‘"momentum." Momentum, kütle ile hızın çarpımıdır. Kütleniz az ise hızınız yüksek olmalı...

Başbuğ Türkeş, bu tarihi gerçeğin elbette ki farkındaydı. Türk milletinin tarihin kendisine yüklediği "hareket misyonu"nu kaybetmesi demek, varlığının tehlikeye düşmesi demekti. Bu sebeple milletin en hareketli unsuru olan gençlere aksiyoner Türk milliyetçiliğini yaşayarak/yaşatarak öğretti.

Sadece kal (söz) ile değil, hal (tutum) ile de öğrettiği için takipçilerinden çok az faniye nasip olacak kadar yüksek sevgi, saygı ve bağlılık gördü. Vefatından sonra da -artarak- devam eden sevginin, saygının ve bağlılığın nedeni, paragrafın başında ifade ettiğim "hal ehli" olmasından kaynaklanıyordu.

Onun sahici hali, inandıkları uğruna herkesten çok bedel ödemesinden anlaşılabilir. 1944, 1963 ve 1980'de üç kez idamla yargılandı. 1980'de 4,5 sene tutuklu kaldı. 11 yıl ceza aldı. Cezası, 1995 yılında Yargıtay'da, zaman aşımından düşünceye kadar başının üstünde bir kılıç gibi sallanıyordu. Bir kez şikayet ettiğini duyan olmadı...

1997 yılının 4 Nisan gecesi, "Evlatlarım" diye hitap ettiği Bozkurtlarını bırakarak ahirete göç ettiğinde, kaybımızın ne denli büyük olduğunu hissediyor ancak tam olarak idrak edemiyorduk. Aradan geçen 24 yıl bize öğretti ki, Başbuğ'un vedası, Anadolu'nun kavruk çocuklarını yetim bıraktı.

Başbuğ'un sözü ile başladığımız yazımızı onun sözü ile bitirelim: "Milliyetçiliği salonlarda, kulüplerde veya seçim meydanlarında sözle yapan, sadece dört duvar içinde veya kağıt üzerinde milliyetçilikten bahsedenler milliyetçi olamaz. Bunlar milliyetçiliği sömüren istismarcılardır."

Mekanı cennet olsun.