13. yüzyılda "Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi için" demiş Yunus Emre...

Sevginin eksikliğinden mi kavgalarımız! Sevgiyi bilmemekten mi? Yoksa sevgiyi ummaktan mı? Ya da özdeki sıkıntı mı?

En basit bir tartışma kavgaya dönüşüyor. Türk toplumu, TV'lerde kavga programları izliyor. Yarışmalar, tartışma programları, diziler kavga olursa reyting yapıyor. Kavga eden bir köşe yazarı ünleniyor. Artistler, sanatçılar, futbolcular bile kavganın birer parçaları. Magazin haberlerinden futbol yorumcularına kadar kavga ekranlardan yansıyor evlerimize.

Sanki kavga, hayatımızın parçası haline geldi. İktidar, muhalefet ve parti içlerinde; politikalar kavga siyaseti üzerinden yapılıyor.

Birbirlerinin suratına bakamayacak hale getirerek, sert ve öylesine kırıcı konuşuyorlar ki! Bu toplumun bir kesimini üzüyor ve geriyor. Diğer kesim de alkışlıyor. Hatta liderlerin, kavga ederek polemiğe girmeleri "Devleti yönetebilir" düşüncesine inanan insanları doğuruyor.

Medyanın tanınmış kalemleri kavga ile yazıyor adeta. Kendinden söz ettirmek isteyen kalemşörlerde bu metoda başvuruyor. Hiç bir şey bulamazlarsa, tanınmış yazara çamur atarak bulaşıyorlar.

Toplumumuz kavgayla besleniyor ve hayatımızın bir parçası haline geliyor.

Keza sosyal medyada da durum aynı. İlgi çekebilmek, alkış alabilmek için polemiklere giriliyor.

Ülkemiz ve dünyamız siyasetinin temel unsuru haline gelen, kendini dinletebilmek için, yüksek sesle, bağırarak dikkatleri üzerine çekme taktiği kavgadan vazgeçmeyeceğimizin kanıtı.

Ayrıca uluslararası siyaset de bu şekilde yapılıyor.

Mafya liderlerine, siyasetçiler sahip çıkıyor. Suçun ve suçluların artmasına neden olunuyor.

Kısacası toplumun her seviyesinde karşılıklı geçimsizlik var. Sözlü veya sözlü olmayan iletişim biçimini varlığın ya da var olmanın doğal sonucu olarak mı görüyoruz?

Toplumsal yaşam biçimimiz değiştikçe kavga konularımız da değişiyor.

Göçebe yaşamın kas gücüyle başlayan kavgası, bilgi artışı ile karakterize olan toplumun dil kavgasına dönüşüyor.

Peki bunu nasıl aşacağız?

En başta kendimizle barışımızı yeniden kurmalıyız. Kişisel gelişimimizi canlı tutmalıyız. Ruh sağlığımızı korumak için hoşgörü, empati sınırlarımızı genişletmeliyiz. Kuruyan, yıpranan insani değerlerimizi yeşertmeliyiz.

Enerjimizi başka kişilere yönlendirmek yerine, daha iyi ve başarılı olabilmek için kendimize yönelmeyiz. En büyük kavgayı ve savaşı kendimize karşı verdiğimizi unutmadan, farklı seslere kulak vermeliyiz. İnançlara, düşüncelere saygı ve tahammül göstererek aşarız kavgaları. Sorunu bireysel olarak çözmeyi başarırsak, yaşanılması güzel bir dünya inşa edebiliriz.

Barışın hâkimiyeti, savaşı bitirmektir. Bunu da demokrasi kültürümüzle aşmak zorundayız.

"Dünü unutmalı, bugünü yaşamalısınız. Çünkü dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa, yarını kaybedersiniz." (Balzac)

Yarınlar yaşanmak için gelmeli...

Eğer dilersek! tahayyüllerimizin kapılarını yeşil ve sıcak sabahlara açabiliriz. Gömdüğümüz güneşleri topraktan filizlendirebiliriz. Nasıl anılmak isterseniz sizin tasarrufunuzdur...

Esen kalın...