Eski toprak ülkücüler, "Konyalı Mehmet Hoca" lakaplı "Hicabi Koçyiğit" ismini iyi bilir.

Ya suç işlemiştir, ya suça ortak etmiştir, ya da iftira atarak ülkücülere kumpas kurmuştur.

Geçimi için parayı da dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in kurmuş olduğu ve tamamen ülkücülerin üzerine çalışan legal görünümlü illegal yapıdan elde etmiştir.

Maaş ödemesi, Ziraat Bankası'nın Kızılay Şubesi'nden yapılmıştır. O dönem ülkücü gençlerin ancak rüyalarında gördüğü "kot pantolon", "kes" ayakkabı, "sarı kabze" diye bilinen ünlü Belçika Browning 14'lüsüyle teşkilatlar arasında mekik dokumuştur.

Bir bakmışsınız Maraş'ta, bir bakmışsınız Çorum'da, bir bakmışsınız Bafra'da!

"Konyalı" olduğunu, isminin "Mehmet" olduğunu, "solcular" tarafından ailesiyle birlikte pusuya düşürüldüğünde annesinin ve babasının öldürüldüğünü söylerdi. Bunun "intikamını" aldığı için hakkında tutuklama kararı olduğunu belirtir, kendisini acındırır, abdestsiz namaz kılar, Kur'an okur, 10-15 günde bir ortalıktan kaybolur, geriye döndüğünde yeni "icraat" planları ve cebi şişkin vaziyette 20'li yaşlardaki gençleri "aksiyon" için tahrik ederdi.

Tek amacı ülkücüleri suça bulaştırmak, bulaştıramadıklarına kumpas kurmak, sonrasında da kurtulmaları için "Talimatı Alparslan Türkeş'ten aldım" demelerini sağlamaktı.

Maraş'ı, Çorum'u anladınız da Bafra gibi o zamanlarda "10-15 bin nüfusu olan bir ilçede ne işi vardı" diye soracaksınız.

Çok ilginçtir; merhum Alparslan Türkeş'in T.G. isimli, Hicabi Koçyiğit'e ikiz kardeşi gibi benzeyen bir şoförü vardı ve Bafralı'ydı. Yani Hicabi Bafra'ya rastgele gönderilmemişti.

Zaman zaman çarşı pazarda dolaştığında kendisini T.G. sanıp selam verenler bile olurdu.

Neler yapmadı ki? Kurşunlama, yaralama, bombalama... Malzemeleri de bizzat İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in yönettiği solcu istihbarat ve polis birimlerinden temin ederdi. Bafra Töb-Der Şubesi'ni kurşunlamış, olay sırasında da T.G.'nin parkasının ve şapkasının aynısını giymişti. Olaydan sonra kaçarken bindiği taksici bile ilk ifadesinde T.G.'nin ismini vermişti.

Bafra'da Halkevi kapanmış, solcuların toplandığı tek yer Töb-Der kaldığı için Hicabi Koçyiğit oraya yoğunlaşmıştı. Kurşunlamadan istediği sonucu alamayınca, bu kez bağlantılı olduğu istihbarat biriminin talimatıyla, Dev-Sol'un Karadeniz bölge sorumlusundan temin ettiği patlayıcıları kullanarak Töb-Der'i havaya uçurdu. Sabaha karşı bombalama olayının gerçekleşeceği bilindiği için, akşam saatlerinde Töb-Der boşaltılmıştı!

İhale yine T.G. ve üniversiteye gitmeye hazırlanan 19 yaşındaki M.K.'ye kaldı. Hicabi Koçyiğit, çok ilginç bir şekilde sızdığı ülkücülerin arasından hayalet gibi yok olup gitti.

12 Eylül'den sonra görülen duruşmalarda sanık sandalyesinde oturan isim bu kez Hicabi Koçyiğit oldu. Önce olaylarla ilgisi olmadığını savundu, suça ortak etmeye çalıştığı isimleri işaret etti. Sonra ne olduysa karar değiştirdi, İçişleri Bakanı'ndan başlayarak istihbarat ve polis teşkilatına kadar bağlantılı olduğu isimleri tek tek kurumlardaki dahili telefonlarına, kendisine yapılan ödemelerin dekontlarına varıncaya kadar mahkemede anlattı.

Ne karar çıktı? Hicabi ülkücüleri suçlarken mahkeme heyeti anlattıklarını çok ciddiye aldı, ismi geçenleri tutukladı. Sonrasında Hicabi yön değiştirip kendisini kullanan siyasilerin ve kurumlardaki görevlilerin isimlerini, belgeleriyle ortaya koyup itiraflarda bulununca "akıl sağlığı yerinde değil" denilerek küçük bir hapis cezasıyla salındı.

Hicabi'ye nereden geldik? Emre Olur'dan!

Bir dönem Cumhur İttifakı'na çalışan organize suç örgütü elebaşı Sedat Peker'in yamağı Emre Olur, 2016 yılında ülkücülere kurulan kumpas hakkında itirafta bulundu. Herkes "İyi Parti'ye kurulan kumpas" diyor ama o tezgah kurulduğunda ortada İyi Parti yoktu. MHP'de olağanüstü genel kurul isteyen ülkücüler vardı. Sedat Peker, Emre Olur'un o dönem bazı "yapılar"la çalıştığını ifşa etti. Kimseden itiraz gelmedi. Demek ki 2016 yılındaki o kumpasta, ismi zikredilen yapıların parmağı var.

7 Eylül 2016'da düğmeye basan kumpasçılar, aralarında Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış isimlerin, MHP üyesi olan ülkücülerin de bulunduğu yaklaşık 30 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarttı.

Delil olarak da İstanbul Kağıthane Postanesi'nden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na sahte isimle gönderilen üç sayfalık ihbar mektubu gösterildi. Mektupta sadece isimler ve kısa bir sunum var. Alparslan Türkeş döneminin Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve ömrü MHP'de geçmiş ülkücüler, MHP'ye sızmaya çalışmakla suçlandı! Neden? Olağanüstü genel kurul talepleri olduğu için!

Çoğunluğu "kovuşturmaya yer yoktur" denilerek salındı. O dönem 30 gün olan gözaltı sürecinde, "15 gün bizden, 15 gün sizden olsun" denilerek Kurban Bayramı'nı da içine alan 15 günü terörle mücadele şube müdürlüğünde geçirip, Hacca giden savcının gelmesinin ardından ifadeleri alınıp serbest bırakılanlar da oldu, bir kaç ay cezaevinde tutulanlar da...

Kumpasa uğrayanlardan biri dışında herkesin dosyası delil yetersizliğinden kapatıldı. Altı yıldır gizlilik kararıyla savcılıkta tutulan tek dosya, MHP'de 11 yıl milletvekilliği yapmış olan Meral Akşener'e ait. Akşener'in talep etmesine rağmen ne ifadesi alındı, ne "kovuşturmaya yer yoktur" kararı verildi.

Gözaltına alınıp salınanlara verilen "Kovuşturmaya yer yoktur" yazısında, "İhbar mektubunu gönderen şahsa ulaşılamadı. Postanenin kameraları mektubun verildiği saatte arızalı olduğu için görüntü de alınamadı" denildi. Film içinde film...

O kumpasta bilinmeyen Emre Olur'du; altı yıl sonra o da öğrenildi. Olur'un ifadesini okuyunca, Türkiye'de 40 yılı aşkın bir süre geçse de değişen bir şeyin olmadığını bir kez daha gördük. O da önce itiraf eder, sonra inkar eder, sonra isim verir, bir süre sonra vazgeçer, suyu inek içer, sonra ormana kaçar, orman yanar biter, kül olur gider...