BİR Türk parlamenter heyeti, ABD Kongresi’nde temaslar yapmak üzere Washington’a gidiyor.

Heyetin başında Volkan Bozkır var.

Emekli büyükelçi.

AK Parti Milletvekili.

AK Parti hükümetlerinde bakanlık yapmışlığı var.

Ciddi bir adam olarak tanıyorum kendisini.

Washington’dan dönmeden önce Cansu Çamlıbel’le bir röportaj yapıyor.

Ve izlenimlerini aktarıyor. Önemli şeyler söylüyor. En akılda kalan iki başlık şöyle:

- Bizim Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini satın alacak olmamız ABD’de ciddi rahatsızlık yaratmış. Aba altından sopa gösterir gibi, “S-400’leri alırsanız F-35 JSF uçaklarını size vermeyiz” mesajı verdiler.

- S-400’lerle ilgili anlaşma imzalandı ama Patriot devreye girecekse bakarız. Eğer Amerikan hükümeti ve Patriot firması böyle bir teklifi (teknoloji transferini de içeren) sunuyorsa, fiyat olarak da cazipse Türkiye bunu değerlendirir.

Bu açıklamalar çok önemli ve açıklamaların sahibi eski bir büyükelçi, AK Partili eski bakan ve AK Parti Milletvekili.

Eğer durum bu ise Türk- Amerikan ilişkilerinde yeni bir başlangıç demek, Türkiye’nin rota değişikliği demek, Rusya ile Türkiye arasında bunalım demek, ABD karşıtlığının yumuşaması demek, Suriye’de yeni dönem demek. Demek oğlu demek.

Bozkır da sözlerinin tüm bunlarla ilgili olduğunu bilecek kadar tecrübeli bir isim.

Gel gör ki Bozkır’ın sözleri gazeteye yansır yansımaz Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’den tam tersi yönde bir açıklama:

- S-400’lerden vazgeçmemiz mümkün değil. Anlaşma tamamlandı. Parasını bile ödedik.

- F-35 projesinin başından beri ortağıyız. Bu uçakların bize verilmemesi söz konusu bile değil. Tam aksine erken teslim olasılıkları üzerine konuşuyoruz.

Biri konuyla ilgisi olmayan ama ciddiyetiyle tanınan eski bakan, diğeri ise konunun muhatabı olan mevcut bakan.

İkisi de iktidar partisi üyesi.

Gel de kafayı sıyırma.

İşin ilginci, deneyimlerimize bakarak ikisinin de doğru söylediğini düşünmek mümkün.

*********** 

RUSYA’nın başı dertte.

Ya da Batı dünyasının “kurtlarının” başı Rusya’yla dertte.

Hangisi işinize gelirse.

Sonuç olarak ABD, İngiltere ve 14 önemli ülke, Rusya’yla diplomatik kriz yaşıyorlar, diplomatlar karşılıklı sınırdışı ediliyor. Bazı temsilcilikler kapatılıyor.

“Bu krizin spora yansıma olasılığı var mı?” diye düşünüyor herkes.

Çünkü bu yaz Rusya’da Dünya Kupası finalleri yapılacak.

Rusya’yla diplomatik kriz yaşayan ülkelerin bazıları Dünya Kupası finallerinin katılımcısı.

Şimdi “Bu ülkeler finallere gelecek mi, yoksa boykot mu edecekler?”sorusu ortalıkta.

FIFA, finallere gitmeyi reddedecek katılımcılara ağır cezalar vereceğini söyledi ama belli olmaz.

Benimse bir önerim var.

Türkiye Futbol Federasyonu şimdiden FIFA’ya başvursun.

Ve krizin büyümesi halinde Dünya Kupası finallerine ev sahipliği yapabileceğini söylesin.

Finallere birkaç ay kaldı ama bu birkaç ay içinde bu organizasyonu yapabilecek bir ülke varsa o da Türkiye’dir.

Yepyeni statlarımız var. İstanbul’da, Bursa’da, Antalya’da, Kayseri’de, Konya’da, Trabzon’da, Mersin’de ve başka birçok yerde yepyeni modern stadyumlar ve şahane konaklama tesisleri var.

Tek seferlik organizasyonları becerme konusunda da oldukça başarılı olduğumuz kesin.

Yemin ederdim 20 günde Dünya Kupası finallerine hazır hale geliriz.

İsteyenin bir yüzü kara.

***********  

“AYDIN Doğan 5 yazarı daha gönderseydi bugün hâlâ medya patronuydu.”

Bu sözleri tabii ki ben söylemedim.

Bir zamanlar FETÖ’nün baş adamıyken şimdi baş FETÖ düşmanı kılığına giren bir kişi söyledi.

Sonra da devam ediyor.

“Türkiye’yi iyi okusaydı, değişen Türkiye’yi anlasaydı, Cumhurbaşkanı’nın izinden gitseydi.”

Bunlar iyi niyetle söylenemez.

Muhtemelen yurtdışındaki AK Parti ve Erdoğan karşıtlarının eline “güçlü bir koz” vermek için söylenmiş olmalı.

Bunlar hükümete yaranmak isteyen birinin söyleyeceği cümleler değil çünkü.

Çünkü “makul” biri olsaydı, “Bunun hükümetle ne alakası var. Türkiye’de her türlü görüşün yeri vardır. AK Parti’ye oy vermeyen yüzde 50’nin de fikirlerini duyurup okuyabileceği bir medyası olması demokrasi gereğidir” derdi.

Doğan Grubu’nun pek öyle bir hali kalmamış olsa bile...

***********   

SALAKLIK parayla değil.

Bedava.

Hatta o kadar ucuz ki bol keseden dağıtılmış.

Dün “Türkiye’de benzin fiyatının dünya piyasalarıyla falan alakası yok. Hep 1.5 dolar” diye yazdım.

Bedava dağıtılan salaklıktan payını alanlar saldırdı:

“Yaranmak için yazıyorsun. ‘Benzine zam yapılmadı’ demek istiyorsun.”

A be, bedavacılar.

Bu, o mu demek?

“Dünyada petrol fiyatı 100 doları aşınca da bizde akaryakıt 1.5 dolar, 50 dolara düşünce de 1.5 dolar” diyorum.

Yani diyorum ki, maaşımız dolarla artmadığına göre, akaryakıt fiyatı maaşımızdan çok artıyor.

“Madem akaryakıtı dolara endekslediniz, maaşları da dolara endeksleyin” diyorum.

Ama sen anlamıyorsun.

***********    

GEÇENLERDE gazeteye ziyarete gelmiş bir grup gençle sohbet ederken, otomobillerden de söz ettik.

Gençler şimdiye dek pek aklıma gelmeyen bir soru sordular:

“Fatih Abi, Türkiye’deki otomobil renklerinde en fazla hangisi tercih ediliyor?”

Ben de “Bilmiyorum ama zannederim beyaz. Dünyada da böyle olmalı” dedim.

Ancak bir şeyi bilmemek beni delirttiği için araştırmak zorunluluğu hissettim.

Yanıtımı kimya şirketi BASF’ın hazırladığı bir raporda buldum.

Buna göre dünyada tercih edilen otomobil renkleri şöyle:

- % 39 beyaz

- % 16 siyah

- % 13 gri

- % 10 gümüş

- % 7 mavi

- % 7 kırmızı

- % 4 kahverengi

- % 2 dore (altın rengi)

- % 1 yeşil

- % 1 kavuniçi

Beni şaşırtan dorenin çokluğu, kimi otomobillere çok yakışan yeşilin ise azlığı oldu. Kahverengi ise son yılların yükselen renk trendi.

***********     

En büyük zararı dost görünen düşmanların verdiğini aklımızdan çıkarmadığımız zaman.