Şair İsmet Özel, "Ömrümün ilk 40 yılını bana söylenen her sözü ciddiye alarak, mukabilinde ettiğim her sözün ciddiye alındığını umarak yaşadım" diyor ve ekliyor; "Kırkımdan sonra tepkisini hesaplayarak değil, zaruretine inanarak söz söyleme hünerine sahip oldum."

Bendeniz kırkıma merdiven dayadığım bugün, "ciddiye almak" ve "ciddiye alınmak" arasındaki dehşet (ürkütücü, olağanüstü, şaşkınlık verici) dengeyi tam olarak kavrayabildiğime emin değilim lakin bu dengeyi eskisinden daha güçlü şekilde seziyorum.

Doğum günümü kutlamak için arayan genç bir meslektaşıma dediğim gibi, gençlikte ciddiye alınan pek çok durum aslında o kadar da önemli değildir.

Öte yandan, gençlikte ciddiye alınmak için yapılan pek çok davranış aslında o kadar da gerekli değildir. Maide-87’de buyurulduğu üzere; "Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez."

Birkaç yıldan beri söylemeyi alışkanlık haline getirdiğimiz bir sözümüz var. Şifalı bir söz; hap gibi: "Kalbini bozma!"

Zor şartlarda, kalbe şüphe düştüğünde, bir dostun dilinden işitince manevi kuvvet veriyor. Dozunu söyleyen ayarlıyor. Tek doz "Kalbini bozma!", iki doz "Bozma kalbini, bozma!", üç doz gerekiyorsa "Kalbini bozma, bozma kalbini, bozma!" şeklinde vurgulanıyor. Konu kapanıyor.

Ciddiye alınması gerektiğinden daha fazla ciddiye aldığım bir konuyu hararetli şekilde konuştuğum bir sohbet esnasında, hiç duymadığım -ve doğrusu hiç ummadığım- bir söz işittim: "Kalbini yorma!"

Bazı sözler ağızdan çıktığı anda doğrudan kalbe gider. İşte öyle, tam hedefini bulan bir sözdü bu: "Kalbini yorma!"

Yorma! Çünkü her şeyi, duyan var, gören var, bilen var. "Tevfik" sadece Allah’tandır çünkü. "Tevfik", yani Allah’ın kulların fillerini sevdiği ve razı olduğu şeye uygun hale getirmesi diğer bir deyişle kula başarma gücünü nasip etmesidir. İstediğiniz kadar gayret edin, "tevfik" olmadan başaramazsınız. Diğer yandan, hiç gayret göstermeden de "tevfik"e mazhar olamazsınız. Alın size bir dehşet denge daha...

Analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung, "Yaşamın amacı karşıtlıklar arasında denge kurmaktır" der. Doğrudur, çünkü yaşam bize her an yeni çelişkilerle karşı karşıya bırakır. Her çelişki bir imtihandır. Her imtihan bir fırsattır.

Tıpkı bu salgın günlerinde karşı karşıya kaldığımız -daha doğrusu kaçınılmaz şekilde yüzleşmek zorunda kaldığımız- insan/doğa çelişkisi gibi... İnsan gözünün algılamasının mümkün olmadığı boyuttaki bir virüs, insanlığı -adeta- esir aldı. İhtişamlı binalarımız, devasa silahlarımız, gösterişli araçlarımız, "kovid" adı verilen bu mikroskobik canlının karşında çaresiz kaldı. İnsanlığın bozulan dengesini yeniden kurmak ne kadar zamanımızı alacak? Kalbimizi yormadan bu sorunun cevabını aramak zorundayız.

Kendisiyle aynı mahlası kullanan diğer beş şairden ayrılabilmesi için "Vizeli Behişti" olarak da anılan divan şairi Behişti Ramazan Efendi’nin okuduğumda beni dertlendiren bir beyiti var:

"Dirler ki haste dillere la’lün deva olur

Hey ne deva ki anı gören mübtela olur."

Beyitte geçen "dil" kalp/gönül anlamına geliyor. Diyor ki şair, suskunluğun hasta kalplere devadır, öyle bir devadır ki gören vurgun olur.

Konuşmak ve susmak...

İşte bana göre en dehşet verici denge de budur.

Vesselam...