Müsabaka, insanlık tarihiyle var olan ve sonsuza kadar da devam edecek beşeri bir yaşama şeklidir. İlk çağlarda elde etmek istedikleri şeyler için kavga eden insanlar, zamanla, bu ulaşılması neredeyse imkansız değerler ve güzellikler için, düzenlenen zorluk derecesi yüksek yarışmalara girerek en iyi, en cesur seçilip mükafatı hak ederdi. Bu müsabakalar, başta savaş sanatları olmak üzere, beceri, dayanıklılık, güç ve sürat alanlarında yapılırdı.

Bu müsabakalar, sonraları olimpiyatların da özünü teşkil eden atletizm ve diğer sporlar olarak gelişerek bugünlere kadar gelmiştir. Günümüzde sportif faaliyet o kadar çok gelişmiştir ki, dünya ve olimpiyat müsabakalarına kabul edilmeyi bekleyen spor dalları vardır.

Bu sporları icra eden müsabık veya müsabıklar, kendi adlarına müsabakaya katılabildikleri gibi, kulüpleri, şehirleri, ülkeleri adına da yarışabilirler. Müsabık sporcu, yaradanın verdiği meziyetlerini sergilerken, zekasına da çok iş düşer.

Fakat en büyük gücü ve hırsı temsil ettiği kulüpten alır. Yaptığı sporu çok sevmesinin yanında, temsil ettiği, özellikle ülkesi ve bayrağı ise en büyük motiveyi bu ruhtan alır. Geçmiş dönemlere şöyle bir baktığımızda; Fenerbahçe’nin 'Mehmetçik' lakabı taşıyan unutulmaz sporcusu Basri Dirimlili maç sonu soyunma odasına giderken, attığı her adımda bastığı yer kan gölüne dönmüştü. Ayağına batan çiviler, çektiği acı, kulübüne duyduğu sevgi kadar büyük değildi.

Efsanevi güreşçimiz Yaşar Doğu, 38 derece ateşle ve nöbet geçirdiği halde, “Bayrağımı mahzun bırakamam” diyerek, mindere çıkmış ve şampiyon olmuştu. Bir sporcu; temsil ettiği ülkeyi ve onun bayrağını sevmediği, ruhunda hissetmediği zaman, ne yaptığı spordan, ne de aldığı dereceden haz duyabilir.

Yıllarca yurdumuzu onurla temsil eden sporcularımız, neticesi ne olursa olsun katıldıkları her yarışmada ülkesi ve bayrağı için mücadele etmişlerdir. Onlar için turistik seyahat ve maddi gelir ön planda değildi.

Maalesef son zamanlardaki şampiyonalarda, o ruhtan uzak olan sporcularımızın başarısızlığı ve vurdumduymazlığı ortada.

İdarecilerimiz ise, kendi yerlerini her ne şekilde olursa olsun bırakmamak uğruna sadece ellerindeki yetişmiş ve isim yapan sporcularla milli takımlar oluşturuyorlar. Oysa yurt çapında yapılacak araştırma, eğitim, teknik seminerlerle birçok yeni sporcunun milli takımlara kazandırılması çok zor değildir.

Günümüzde savaşların devri bitmiştir. Hesaplaşmalar ve prestijler şampiyonalarda gerçekleşmektedir. Milletlerin gururları, üzüntüleri, alınan madalya ve göklerdeki bayrakları, dinlettikleri milli marşları ile tescil edilmektedir.

Sporcunun yaptığı müsabakayı, temsil ettiği milleti düşünerek, o gurur ve şuurla tamamlarsa, başarısız olması düşünülemez.

“Milli refleksi zayıf veya olmayan sporcuya forma giydirmek, kim olursa olsun milli ruha ihanettir...”