Önce fikirler birbirine karıştı… Hangi parti neyi iddia ediyor, dün neyi savunuyordu, bugün ne halde, dün kime karşıydı, bugün kiminle birlikte yürüyor, hepsi iç içe geçti...

Dolayısıyla dün partiye göre oy kullananlar için durum değişti… Belediye seçimlerinde zaten 'adaya göre oy kullanmak' daha doğruydu ama bu seçim açık bir mecburiyet haline geldi…

Kendi adıma, dün yol yürüdüğümüz, yarın da yürüyebileceğimizden emin olduğumuz, şahsiyetine kefillik koyabileceğimiz adayları tabii ki tercih edeceğim… Kazanmaları için uğraşacağım, oy vereceğim, diğer seçmenlerden de oy vermelerini isteyeceğim…

***

Bu seçim, bu iş, parti meselesi değil… Ankara'da 31 Mart'ta Mansur Yavaş'ı, istediğim parti veya ittifaktan aday olduğu için değil, milliyetçiliğine yüzde yüz kefalet koyabileceğim bir aday olduğu destekliyorum, sonuna kadar destekleyeceğim.

Seçimi kazanacağı anlaşılınca ona yönelik saldırıların daha da artması, Ankaralı diğer ülkücülerde olduğu gibi, desteğini daha önce açıklamış olan bizlerde de 'sahiplenme duygusu'nu pekiştirdi…

Bu iftira furyası, kararsız ülkücü seçmende, 'komploya kurban edilmek istenen ülküdaş'ı sandıktan daha açık arayla çıkarma hırsını tetikledi…

Hiç ilgisi olmayan rakip adayı yontup, ondan 'ülkücü' çıkararak, onun Pensilvanya geçmişini örtmeye çalışanlara inat, Mansur Yavaş'ın yanında safları sıklaştırdı ülkücüler…

Bir yanda mazi ve ideal birliği olan birisi… Diğer yanda teröriste 'gerilla' diyen, şehitlerin niye şehit düştüğünü 'belirsiz' ilân eden, Türkeş'in adını parklardan silen, bir çocuk istismarcısı üzerinden ülkücüye iftira atarak yolunu kesmeye çalışan birisi…

Tabii ki tercih çok açık olacak… Yani parti, ittifak vs. hikâye… Fotoğraf çok açık… Milliyetçiler milliyetçinin yanında yer aldı… Aldığı için önde… Bu görüldüğü için saldırı ve tehdit altında… İşte Yavaş etrafındaki kenetlenmenin de sebebi bu: Bir ülkücüyü, bir Pensilvanyalı ve destekçilerinin kumpaslarına yedirmeme, masum ve mazluma sahip çıkma duygusu…

***

Bunun bir parti işi olmadığını bilmem anlatabildim mi? Meselâ İstanbul Maltepe'de olsaydım, MHP adayı Ahmet Baykan'a verirdim oyumu… Fikrine, dürüstlüğünü, çalışkanlığına, şahsiyetine yüzde yüz güvendiğim için onu tercih ederdim…

***

Partizanca duruşların iyice değer kaybettiği bir seçim bu… O yüzden Hatay'da yaşasaydım kesinlikle CHP'nin adayı Lütfü Savaş'a oy verirdim… Hatay'a yaptığı büyük hizmetler bir yana, sadece Suriyeli göçmenler konusundaki tavrı ve Hatay'ın demografik geleceğiyle ilgili yüksek hassasiyeti bile, kendisine oy vermeyi bir mecburiyet kılardı…

Anadolu Türklüğünün manevî başkenti Ahlat… Nüfus kaydım orada olsaydı, HDP'ye karşı oyum hiç tereddütsüz AKP adayı Mümtaz Çoban'dan yana olurdu… Aynı gerekçeyle Iğdır'da da MHP adayı İsa Yaşar Tezel'den yana..

Benim açımdan, tekrar ediyorum, bu seçim parti seçimi filan değil… Erzurum'da olsam, yukarıda sıraladığım gerekçelerden dolayı İYİ Parti'nin adayı Mahmut Uykusuz'u tercih ederdim… Tıpkı Balıkesir, Denizli ve Afyonkarahisar'daki gibi…

Muğla'da yaşıyor olsaydım, iddia ortaya koyan bağımsız aday, eski Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi'nin yanında gururla dururdum… Hangi ittifakın veya partinin kaybedeceği hiç umurumda olmadan…

***

Örnekleri çoğaltmak, her il ve ilçeye yaymak mümkün ama yerimiz bu kadar… Tekrar vurgulama ihtiyacı hissediyorum… Nazarımda bu seçim parti seçimi değil, aday seçimi… Milliyetçilik, oy kullanma sebeplerim arasında 'nirengi noktası'nı oluştursa da adı yolsuzluğa bulaşmış hiçbir milliyetçiye oy vermezdim… Aksi halde kendi yolsuzlarına 'bizden' diye sahip çıkanlarla ne fark kalırdı aramızda?

Yarın da İstanbul Büyükşehir'i değerlendirelim…