Kemâl Tâhir, cumhuriyetin kuruluş yıllarını anlattığı romanlarında savaştan yorgun çıkmış yeni kurulan bir ülkenin nasıl korku ve endişe iklimine nasıl mâruz kaldığını bütün teferruâtıyla anlatır...

Bahse konu tarihin en önemli hâdiselerinden birisi şüphesiz 'İzmir Su-i Kasti"dir, çünkü 'İzmir Su-i Kasti'nin ardından hâdiseye karışmış olanların hâricinde, 'İttihat Terakkî'den geriye kalan bâzı isimler ve kadrolar için 'yolların sonu' gelecek ve tasfiye edilecek, Türkiye artık 'kendi yolu'na devam edecektir...

Kendileri için 'yolların sonu' gelecek olan kadrolar, yüzyılın başında 'kimler çizmiş bu hududu gönlüme, dar geliyor' diyenlerdi. 'Yoluna devam edecek' kadrolar ise 'eski ölsün, yeni yaşasın' tercihinin kadroları...

Yola devam edenlerin ilk yaptığı işlerden birisi olan 'İzmir İktisat Kongresi'ydi...

Gerçek çiftçi ve gerçek çobanların katıldığı 'İzmir İktisat Kongresi'nden ülkenin liberal sistemle kalkınma kararı çıktı. Fakat bir küçük eksiği(!) vardı liberal kalkınma modelinin, liberal kalkınma modeli adaletli bir rekabet ve her şeyden önemlisi demokrasi içermeliydi. Yeni Türkiye, demokrasisiz ve adâletli rekabet şartları olmaksızın liberal kalkınma modelini tercih etti...

"Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler, bırakınız geçsinler" demekti bu, ülkeyi yönetme biçiminin ser levhası olarak uzun yıllar sonrası Türkiye'sine veciz bir miras terekesiydi aynı zamanda:

"Her mahalleye bir milyoner."(Adnan Menderes)

"Verdimse ben verdim."(Süleyman Demirel)

"Benim memurum işini bilir."(Turgut Özal)

'İzmir Su-i Kasti'yle alâkalı olduğu gerekçesiyle tasfiye edilen ve 'yollarının sonu' gelen kadrolar arasında, 'millî sermâye' ve 'bağımsızlık' tercihinin en önemli portrelerinden birisi olan Küçük Efendi Kara Kemâl, polisçe arandığı sıralarda sığınma isteğine cevap vermeyen İngilizler için, "Sevmezler, yabancılar yerli iktisat kurumları kurmaya çabalayanları... Almanlar da beni bunun için sevmezlerdi. Onlar borç isteyeni severler, hele hele rüşvet alanlara bayılırlar... Kendi yağıyla kavrulmaya çalışan Doğulu suç işliyor sayılır Batılılarca..." demişti.

Ne kadar mânidâr değil mi?

Osmanlı'nın yıkılışının tarihî mesuliyetini omuzlarında taşıyan ve hisseden Küçük Efendi Kara Kemâl, Kemâl Tâhir'in Osmanlıcı dilinden bu hissiyâtını şöyle anlatır:

"Biz dünyânın en ağır suçunu biraz tartaklanmayla savruşturulur sandık. Yüzüme vuran darağacı gölgesi asla suikast suçlusu olduğumdan değildir. Büyük suçun gölgesidir bu. Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük... Kurtlukta yere düşeni yemek kânundur."

İttihat Terakkî'nin 'Küçük Efendisi' Nâfıâ Vekîli 'Kara Kemâl' de kurtlukta düştü ve yenildi...

 Kadîm dostu mâliyeci Emin Bey'in evine sığınmıştı son çâre olarak ve bir süre sonra orada yakalanacağını anladığında kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti..

Emin Bey İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklandı, İzmir'e götürüldü; idam cezâsıyla yargılanacaktı.

Sorgulama esnâsında kendisini sıkıştıran ve sık sık idam cezâsı alabileceğiyle tehdit eden 'Üç Aliler'den mahkeme reisine en sonunda şunu söylemişti:

"Siz benim eski arkadaşlarımsınız. İçinizde gerçek dostum olanlar da var. Beni korkutmağa çalışmanız beyhûdedir. Yeterince korktum, daha fazla korkmak gücümün üstündedir. Gerçekten daha fazla korkmak imkânsızdır benim için..."

Bir cebânet hâlinden sıyrıldığı ândır o ân Emin Bey'in. Korkusundan âzâd olduğu ândır...

İttihat Terakkî'nin 'Küçük Efendisi' ve kâdîm dostu 'Kara Kemâl'i evinde saklarken duyduğu korkuyla mücâdelesini yendiği ândır...

Serbest kaldıktan sonra neden o denli korktuğu üzerinde düşünür Emin Bey. Vardığı netice şudur:

"Mutluluğumu, huzurumu, rahatımı yitiririm diye korkmuşum meğer. Oysa insan gerçekten mutlu olayım derse, üstüne yüklenen sorumluluğun, gereğini sonuna kadar yerine getirip kurtulmalıdır. Gerçek hürlük budur bence. Korkuya.. hattâ ölüme karşı gerçek direnci veren bir hürlüktür bu..."

Yanlış anlaşılmasın, bu yazıda yazılanlar tarihten tozlu sayfalardır yalnızca, bizim ülkemizdeki mevcut durum ile hiç bir alâkası yoktur, bizim ülkemizde korkudan ve baskıdan eser yoktur, bizim ülkemiz gayet demokratik, basın özgürlüğü, yazarların, gazetecilerin tutuklanmadığı, medyanın tekelleşmediği, üniversitelerinde can güvenliği olan, seçim ve sandık güvenliği olan, TBMM kürsüsünün ve ekranların iktidar ve muhalefete eşit olarak paylaştırıldığı bir ülkedir...