Yaşadığımız dünyada, bizim nesilimizin en mutsuz insanlar olduğu gün gibi aşikâr olduğu bir gerçektir.

Bizim neslimizin bir tarafı hep mahçuptur. Yetiştirilme tarzından olsa gerek. İnsanların ne düşüneceğini

düşünerek yaşayan insanların neslidir bizimkisi...

Bir kere bile olsa kendine sormamıştır "ben ne istiyorum, ne düşünüyorum" diye...

Bu benim hayatım, benim mutluluğum ya da benim mutsuzluğum diyebilmeyi hiç beceremeyenlerin nesli...

Hep başkalarını soran, başkaları için yaşayan insanların nesli...

Hayat bizi sürekli çiçekli kapılarla karşılamadı... Kendi çiçeğimizi de başkalarını düşünerek soldurduk.

Ellerimizi birleştirip duamızı avuçlarımıza okurken, dualarımız da hep başkaları vardı. Dualarımızın yanında, yüreğimiz de hep başka insanlar için çırpınıp durdu...

Duânın gücüne inanmıştık.

Duâ ile altından kalkamayacağımız ne derdimiz kalırdı

ne de kederimiz.

Sonra; Allah'tan gelene ya şükrettik ya da bolca sabrettik. Yoksa başka türlü çekilmezdi bu dünyanın yükü...

Sadece çiçeklerimizi değil, hayallerimizi de soldurduk.

Halbuki ki ne sınırsız hayallerimiz vardı. Ama onlar, hep başkaları mutlu olsun diye ertelendi. Erteleye erteleye bu günlere geldik...

Halbuki; mutlu olmak için, kendi gökyüzümüzü kendi yıldızlarımızla dolduracaktık; beceremedik. İşte yıldızımız kaymıştı bir kere...

Çünkü; biz kendimize lazım olduğumuzu anlayamadık.

Tertemiz yüreklerimizle hep başkalarının umudu olduk.

Sonra ne mi oldu; bizler mutsuz olunca, yaşadığımız dünyayı da mutsuz ettik.

Mahcubiyetimiz bundandır. İyi bir nesildik, kötü düzene rastgeldik üzüntümüz ondandır!..

Yeniden başlama şansımız yok. Bilmem anlatabildim mi? Mahcubiyet bambaşka bir duygu...

X,Y,Z neslinin bizi anlamasını beklemiyoruz. Herşeyden önce bizim mahcubiyetimiz bize...

Bizim neslin çocuklarına selâm ve duâ ile...