ERKEN seçim kararıyla partiler hızlı bir tempoya girdi. Çarşamba saat 14.00 sularında yazılan ve saat 16.30’da teslim edilmesi gereken yazılar bir gün sonra, yani yayınlandıkları gün eskimiş olabiliyor. “Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır” cümlesinin sollanarak geçildiği, “Hayır, 6 saat bile uzun bir zamandır” denilen bir dönemdeyiz. O yüzden sadece “şimdilik” gördüklerimi yazacağım. Yarın tablo değişir, başka bir şey olursa affımı istirham ederim.

An itibarıyla, CHP ile SP, SP ile İYİ Parti, İYİ Parti ile CHP sürekli görüşüyor. Sadece cumhurbaşkanlığı seçimi için değil. Görüşmelerin bir yüzü, muhalefetin ilk turda bir ortak aday gösterip göstermeyeceği meselesine, bir yüzü de Meclis’e daha fazla vekille girebilmeyi mümkün kılacak parlamento seçimleri ittifakına bakıyor.

Anlaşılan o ki koskoca puntolarla “şer ittifak”ı diye lanse edilen bu partilerin ortak aday konusunda bir mutabakatları yok. “Yeni sistem ittifak sistemi olacak, partiler arası uzlaşıyı sağlayacak, asgari mutabakatlarda buluşmayı mümkün kılacak” diyerek övülen bir sistemin sağladığı imkânları kullanmak neden “şer” olarak nitelendirilir anlamak zor. Görünen o ki, parti kimliğine sıkı sıkı bağlı kalmayı muteber hale getirmiş parlamenter sistemin alışkanlıkları sürüyor. Üstelik iki tarafta da sürüyor.

Zira “şer ittifakı” olması için önce bir “ittifak” olması gerekir, ama anladığım kadarıyla böyle bir durum yok. O kadar ki, muhalefetin çatı adayı olma ihtimali üzerinden Abdullah Gül isminin zikredilmeye başlanması CHP’yi ortadan ikiye böldü bile. CHP’de an itibarıyla iki eğilim var: 1) Mevcut sosyolojiyi görenler, aritmetik bilenler; Türkiye sosyolojisinin gideri neyse ona göre tutum almak gerektiğini düşünenler. 2) Duygusal bakanlar; CHP’nin Gül’ü çatı adayı olarak kabullenmesi ihtimalini ihanet kabul edenler. Vaktiyle 2007’de, “Çankaya’da başörtülü eşi olan bir cumhurbaşkanı istemiyoruz” diye bayrak sallayıp şimdi “Gül gibi adam” vs. yazılı pankartlar taşımayı hazmedemeyenler.

16 Nisan’da ortaya çıkan % 49’luk “hayır” bandını 24 Haziran’da da korumak ve üzerine birkaç puan daha eklemek üzerinden yapılan basit hesaba göre hareket etmek gerektiği fikri, muhalif yazar çizerlerin de epeydir üzerinde durduğu ve savunduğu bir fikirdi. Bu fikrin ana teması şuydu: “16 Nisan’da ‘hayır’ bloku % 49’lara tırmandıysa bunun nedeni bu blokun en öne çıkan unsurunun yani CHP’nin, muhafazakâr çoğunluğu rahatsız etmemeye, kimlik siyaseti yapmamaya dikkat etmesiydi. Bu sayede küskün MHP’lilerden, Kürtlerden ve AK Parti’den ‘hayır’a kaymalar gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken de aynı mantık etrafında hareket edersek cumhur ittifakına karşı bir şansımız olur. İlle de CHP’li bir aday göstereceğiz diye tutturursak başarılı olamayız.”

Böyle düşünenler CHP’nin sınırlı sayıda rasyonel eliti midir, yoksa CHP’de hâkim görüş bu olmasına rağmen “CHP’nin adayı CHP’li olmalıdır” diyenler sadece sesi gür çıkanlar mıdır bilemem. Şimdilik görünen, CHP’lilerden ve CHP’den Muharrem İnce, Özgür Özel gibi isimlerden gelen itirazlar nedeniyle muhalefet kanadının ilk tura Gül ya da benzeri, CHP’li olmayan ortak bir adayla gitmesi olasılığının azalmış olduğu.

Tabii bir de İYİ Parti ve Meral Akşener var. Muhalefetin çatı adayı olup olmayacağı, olmayacaksa daha güçlü bir çatı aday için adaylıktan çekilmeyi tercih edip etmeyeceği epeyce tartışılan Meral Akşener de, son iki gün içinde “Çatı aday değilim, kendi partimin cumhurbaşkanı adayıyım, Gül için adaylıktan çekilmem” açıklamaları yaptı. Şöyle düşünüyor olması muhtemel: Ben aylarca bütün engellere rağmen muhalefet yaptım, canımı dişime taktım, savaştım. Bunların hiçbirini yapmayanlar şimdi benden jest beklemesin.

Mesele biraz da şu: AK Parti ve MHP bir taraftan yeni sistemin getirdiği % 50+1 koşulunu ittifak yaparak esnetirken diğer taraftan geçmişte birbirlerine karşı sergiledikleri olumsuz tutumları “devletin bekası” gibi bir mesnet üzerinden buharlaştırmayı başardılar. “Cumhur ittifakının kaderi ile milletin kaderi özdeştir” duygusunu toplumun yarısına geçirebildiler. Muhalefeti oluşturan unsurlar ise tam olarak neyin tehdit, neyin kader, neyin çözüm olduğu konusunda hâlâ mutabık değiller. Dolayısıyla ülkeyi 24 Haziran’a götüren yeni sistemin yeni avantajlarını kullanabilecekmiş gibi bir görüntü vermiyorlar.