Deniz ve göl manzarasını izlerken, sayısız çatılar görüyorum. Yüksek katlı binalar, dış cepheleri yapılmış, cam balkonlu, gösterişli perdeleri pencerelerinden sunulan, ışıkları açıldığında ışıl ışıl parlayan avizeleri, bir kenti seriyor gözlerimin önüne...

Gölün kıyısına inşa edilmiş, rezidansların görkemi de oldukça şaşalı. Düşünsenize bu manzarayı izleyen evlerdeki insanların huzurunu. Gökyüzü rengini yansıtıyor denize. Güneş doğarken ve batarken öyle büyüleyici bir görsel ki... Gündüzü ayrı, gecesi ayrı sanatsal bir tablo gibi asılı.

Denizin ortasında bekleyen gemiler, üzerinde kanat çırpan kuşlar, bulutların arasından sıyrılmak isteyen güneşin ışıkları, camilerin gökyüzüne tırmanan minareleri ve korna sesleri arasında sıkışmış beş kuruşluk araçların uzanmış telaşı...

Manzaranın solundaki mezarlığın, ulu selvi ağaçlarının görkemiyle kaybolması ve bir orman olduğu izlenimine varmam. Oysa altında sessizce uyuyan ölüler var. Bir zamanlar bizim gibi yaşayan ölüler, bizim gibi düşünen ölüler, bizim gibi hisseden ölüler...

Bir çocuğun annesinin elini tutarak ,merdivenden çıkarken; "Anne burada da deprem olur mu?" sorusunun cevabını duymak istemeden yedinci kattan içeri giriyorum. Balkon penceresinin ardından gökyüzüne başımı kaldırarak, boğazım düğüm düğüm öylesine bakıyorum maviliğe...

Ürperiyor içim; sarsıntı başlarsa ne yaparım, ne yapabiliriz diye... Gerçekten sağlam mı bu manzaraya eşlik eden evimiz? Çıkarsak buradan nerede toplanırız?

Düşünmek zor eylemdir. Düşündüğüne cevap bulamamak da aklın mengene ile sıkışmasıdır.

Ne çok sıkıştı akıllarımız, duygularımız. Ülkemizde ve dünyamızda yaşanan salgın felaketi, üçüncü dünya savaşı, ekonomik krizler, tarım ve hayvancılıkta üretimin yavaşlaması ve 6 Şubat'ta meydana gelen 7.7 şiddetinde Kahramanmaraş depreminin 10 il ile birlikte bütün Türkiye'yi vurması. Milletçe ne çok sıkıştık...

20 yıldır, hatta yıllardır deprem için kaç çivi çaktık? Deprem yönetmeliğine uygun kaç bina inşa ettik?

En acı olanı da Kahramanmaraş depreminde yıkılan yüzde 50 evin deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmış olması! Binlerce canı ihmal üzerine yitirdik. Binlerce insan ihmal üzerine yakınlarını, evlerini kaybetti. İhmaller üzerine milletçe üzüldük. İhmalin afeti büyük, çaresizliğimiz daha büyük.

Başımıza gelen bu felaket; imar, ihale, inşaat kaynaklı. Tarafları ise siyasetçi, müteahhit ve bürokratlar. Sırada kaç enkaz var bilmiyorum ama artık bu manzara, bu şehir bana güven vermiyor.

Türkiye'nin yasta olduğu bir zamanda, herkesin birlik beraberlik şuuruyla, toplumsal seferberlik ilan edildiği, 60'dan fazla ülkenin milletimize yardım ettiği şu dönemde; Cumhurbaşkanının, afet yönetimindeki eksiklikleri eleştirenler hakkında "haysiyetsiz", "namussuz", "şerefsiz" gibi ifadeleri kullanması, bana bu ülkede huzur vermiyor.

Akepeli eski vekilin, deprem bölgesinde bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na "İngiliz uşağı, defol buradan" diye bağırması yakışık kalmazken, milletimizi dünyaya küçük düşürmesi yüreğimin yangınını körüklüyor.

Böyle bir zamanda! Muhalefet belediyelerinin yardım elini uzattığı halde "Yardımcı olmuyorlar" diye suçlanarak, İBB'nin, ABB'nin, İzmir Büyükşehir Belediyesinin yardım organizasyonlarına kızılması, zihnimi enkaz altında bırakıyor.

Sormak istiyorum; müsebbibi kim ise cevap versin lütfen...

Toplum maddi manevi kenetlenme örneği gösterirken, milletçe ağır şartlarda sınanırken, neden bağırıyorsunuz?

Deprem vergileri nereye gitti?

Enkazın sorumlusu, enkazın kaldırılması, etrafındakilerin korunması kime ait olacak?

Borsadaki vurgun da, imar affında verilmiş ölüm belgeleri de, emlak tapuları da umrumda bile değil!

Sadece yaşam hakkı istiyoruz bu ülkede...