Dilâver Cebeci'nin, şiirlerinde resmettiği bir tabloda yaşadılar hep...

Dudaklarında sevda türküleri mırıldandılar, saçlarında kurt nefesi rüzgârlar vardı hep. Küllenmiş ocakları yeniden tutuşturdular, bacalarından duman duman tüttüler hep. Onlar Oğuz mayası, gök ışığın erleriydi, düşmanların göğsünde kalırdı pençe izleri hep. Gençliklerini damarlarına hapsettiler, kaç kere yaşanmış cenglere girdiler hep. Onlar bu dünyaya "li yâ'budun" diyerek gelmişlerdi, konaklı sofralı tuğralıydılar, bir dilim ekmekle doya geldiler hep. Din-ü devlet ile mülk-ü millete asi olmadılar, uya geldiler hep. Ünlü şehirlerde ünsüz gezdiler, bazen de bir sessiz köye geldiler hep. Yedi göbek nesilleri helâldi, helâl rızıkları yiye geldiler hep... 

Onların dağları Tanrı'ydı, Süphan'dı, Nur'du, göklerin sesini duya geldiler hep...

Bu topraklarda bin yıldır "vatan" diyenlerin kelleleri koltukta olurdu, kelleyi koltuğa alarak yaşadılar hep...

Nerede bir Türk varsa, nereye bir Türk'ün kanı damladıysa, nerede bir Türk balası tebessüm ettiyse orayı vatan bildiler, uzak uzak diyarlarda çarptı çatal yürekleri hep...

Genç omuzları, kanlarıyla gelincik tarlasına dönüştürdükleri vatanın her karışında şehit düşen arkadaşlarının bedenlerini taşıdı, dökülen kanların intikamlarını aldılar hep...

Gözleri ufukta, elleri tetikte, kulakları Otağ'da olurdu, emir demiri keserdi hep...

Otağ'ın içini, Otağ'da olan biteni hiç merak etmediler, kalpleri sapasağlamdı, itimat üzre sırat-ı müstâkimde kaldılar hep...

Gün geldi, uğruna hayatlarını, gençliklerini, istikbâllerini fedâ ettikleri devletin terâzisinde, devletin düşmanı olarak bilip savaştıklarıyla birlikte tartıldılar, aynı sehpalarda, aynı ilmeklere geçti boyunları, aynı hücrelerde soldu benizleri hep. Aynı askılara asıldılar, aynı cereyanlara verildiler, aynı falakalara yatırıldılar hep...

Aynı hücrelerin aynı rutubetlerini soludular hep...

Ülkü Ocaklarının 1 Numarası merhum Muhsin Başkan'ın tâbiriyle, "Aynı ülkeyi paylaşamayanlar aynı hücreleri, aynı koğuşları paylaştılar" hep...

Ve...

Kimileri siyâsetin kirli dehlizlerinde kayboldular, kimileri de bir köşeye çekilip siyâset denilen orta oyununu acı tebessümlerle uzaktan izlediler hep... Siyâsetin kiri pasıyla bir devrin delikanlılarının âlemde nasıl perişân olduklarını seyrettiler hep...

* * *

Özkan Atar, Mersin/Silifke yörüklerinden asker bir baba ile ev hanımı bir annenin oğlu. Ankara Kurtuluş Lisesi'nde okudu, sonra çok istediği Mülkiye'yi kazanmıştı. Halen kıdemli bir Mülkiye öğrencisi. Kütahya Yurdu ve Bölge Başkanlığı yaptı...

Mücâdelenin en sıcak dönemlerinde en sıcak kavganın, en sıcak savaşın, en sıcak çatışmaların hep en sıcak yerlerinde, ateşin en sıcak yerinde, yani külhanda saf tuttu hep...

İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde İzmir'de Aliağa Rafineri'sinde ülkücü işçilerin örgütlenmesinde büyük emekler verdi hep...

12 Eylül darbesi henüz daha çökmemişken ülkücülerin ve '78 neslinin üzerine, Mamak Cezaevi'ne girdi...

Mamak, Ulucanlar, Çanakkale ve İmralı cezaevlerinde geçti uzun yılları...

1987 ortalarında İmralı Cezaevi'nden tahliye oldu...

Yüreği ve bileğinin gücü ve cesareti kadar donanımıyla da farklıydı...

Yakın dostu ve ülküdaşı Hayati Pekel, "Bizlerin zor zamanlarda hep fikrine müracaat ettiğimizdi Özkan Atar, cesaret ve fedakârlıkta bizim idolümüzdü Özkan Atar" diyerek tanımlıyor Özkan Atar'ı...

Çanakkale cezaevinden koğuş arkadaşı Ekrem Seçkin, "Güzel olan her ne varsa, güzellik adına, iyilik adına, cesaret ve fedakârlık adına her ne varsa Özkan Atar için söylenir ve kaymakamımıza yakışır, o bizim en zeki olanımızdı" diyor...

Çok iyi derecede Fransızca ve Rusça biliyor, Dostoyevski'yi Rusça okumak gibi bir imtiyaza sahip Özkan Atar ve bu satırların yazarı olarak bendenizin ayrıcalığı da Özkan Atar'ın hem dostu hem de ülküdaşı olmak ve tabii bana "Bir gün Petersburg'u birlikte gezeceğiz, Hermitage müzesine birlikte gideceğiz" sözünü vermiş olması... 

Yeni nesillerin tanımasını çok arzu ettiğim Özkan Atar, geçtiğimiz günlerde böbrek nakli ameliyatı oldu...

Mersin/Silifke yörüklerinden Özkan Atar'a böbreğinin birini veren ise yine bir ülkücüydü...

Bulgaristan'ın Varna'sından göç eden bir ailenin evlâdı İbrahim Varnalı, yani bir evlâd-ı Fatihan...

Türk'ün Nizâm-ı âlem ülküsünün iki ülkücüsü, Özkan Atar ve İbrahim Varnalı artık ayrılamaz bir bütün, bütün ülkücülerin olması gerektiği gibi... "Vefası olmayanın imanı da olmaz" derdi merhum Metin Tokdemir, ahde vefa ne demek görmek isteyenler İbrahim Varnalı'ya baksınlar, İbrahim Varnalı'da nasıl tecessüm etiğini görecekler...

En kısa zamanda sıhhatlerine kavuşmaları için duacıyız Özkan Atar ve İbrahim Varnalı'nın, sizler de dua ediniz...

Ve ey yeni nesil ülkücüler!

Özkan Atar'a bir gün tesâdüf ederseniz eğer, yalnızca hürmet ediniz, siyâsetin içinde barındırdığı her türlü kirden soyunarak, yalnızca ve yalnızca hürmet ediniz...

Yalnızca Özkan Atar'a değil, o neslin tüm delikanlılarına hürmet ediniz...