CiddiGazete- MHP'de 23 ve 24. dönemde İstanbul milletvekili olarak görev yapan Durmuş Ali Torlak, İYİ Parti rozeti taktı. MHP'deki kongre sürecinde Meral Akşener'e destek veren, ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada siyaset hayatına nokta koyduğunu duyuran Torlak, yeniden sahalara döndü. İYİ Parti'nin TBMM'deki grup toplantısında genel başkan Meral Akşener'in konuşmasından sonra, Ali Torlak'ın İYİ Parti'ye katıldığı duyuruldu. Torlak'ın parti rozetini, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener taktı.

AKŞENER: MALİYEYE 150 BİN LİRA BORCUM VAR

Öte yandan Meral Akşener, TBMM grup toplantısında sert açıklamalar yaptı. Ağırlıklı olarak Elazığ depremi ve AKP hükümetinin ekonomi yönetimine değinen Akşener, "Benim bile Maliye'ye 150 bin lira borcum var" dedi.

Meral Akşener'in İYİ Parti TBMM grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Grup toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Zaferler ve başarılar kadar, acılarla da yüklü tarihimizin,

yeni bir acı sayfasına Cuma akşamı tanık olduk.

Elazığ merkezli depremde, 41 canımızı kaybettik, 1607 vatandaşımız da yaralandı.

Yıllardır devam eden ayrıştırma, kamplaştırma politikalarına rağmen,

milletimiz, sevinçte ve kederde bir olabilmeyi başaran faziletiyle,

bir toplumsal sınavdan daha, yüzünün akıyla çıktı.

Edirne’den Ardahan’a, hatta Cumhuriyet sınırlarını aşan büyük coğrafyasında, Türk Milleti bir kez daha, tek yürek, Akif’in dizelerindeki gerçeği ispatladı.

Ne diyordu büyük şair;

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!”

Elazığ’da kayıplarımız var.

Malatya’da kayıplarımız var.

Biz, elbette kadere iman edenlerdeniz.

Biz elbette;

“Şüphesiz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na döneceğiz” diyenlerdeniz.

Ancak kadere iman etmek, dünyevi hayatta kendimizi esen rüzgara bırakmak demek değildir.

Rabbimizin bize verdiği en büyük yeteneği, aklımızı kullanmak,

dünyanın, coğrafyamızın, yeraltı ve yer üstündeki tehlikelerin farkına varıp,

önlemlerimizi almak zorundayız.

Dava arkadaşlarım;

Benim siyaset anlayışıma göre, doğal afetlerden siyaset çıkarılmaz.

Acılar ve felaketler üzerinden, siyaset yapılmaz.

Böyle zamanlarda birlik ve dayanışma ruhu öne çıkmalıdır.

Siyaset de bu ruhu destekleme odaklı yapılmalıdır.

Siyasetçiler olarak önceliğimiz;

Arama ve kurtarma faaliyetlerinin tamamlanarak,

vatandaşlarımızın güvenli ve huzurlu bir ortama, bir an önce kavuşturulması olmalıdır.

Ama bu; olan bitene, kör ve sağırız demek asla değildir.

Elbette ki; gelişmeleri, yapılan ve yapılmış olması gereken icraatları, toplanan vergilerin akıbetini takip ediyoruz.

Elbette ki; deprem kuşağında yer alan ülkemizde, bu alandaki duyarsızlıkların hesabını soracak, sorumluların yakasına yapışacağız.

Ancak bunları gündeme taşımanın zamanı, depremzede vatandaşlarımızın güvenlik ve huzurları sağlandıktan sonra olmalıdır.

Bize yakışan, dünü yarın konuşmak üzere, bugün birlik olmaktır.

Gün, Elazığlı vatandaşlarımızın yanında olma günüdür.

Gün, Malatyalı kardeşlerimizin yanında olma günüdür.

Gün, milletçe tek yürek olup, yaralarımızı sarma günüdür.

İktidar ve küçük ortağı yabancısı olsalar da, siyasi sorumluluğumuz ve adabımız bunu gerektirir.

Biliyorsunuz, Pazar günü deprem bölgesindeydim.

Yaralılarımızı ziyaret ettim,

aile fertlerini, yakınlarını, sevdiklerini kaybetmiş insanlarımıza taziye ziyaretlerinde bulundum,

yürütülen çalışmaları yerinde gördüm.

Bu vesileyle, deprem olur olmaz yaptığım seferberlik çağrısına cevap veren,

il ve ilçe başkanlarımıza, teşkilat mensuplarımıza, üyelerimize ve gönüllülerimize bir kez daha teşekkür ediyorum.

İyi Partili olmak ne demek, herkese gösterdiniz;

Elazığlıyla, Malatyalıyla bir oldunuz, beraber oldunuz;

Allah her birinizden razı olsun.

Sizlerle gurur duyuyorum.

Yol arkadaşlarım;

Milletimiz bu tür afetler dışında, günlük hayatlarında maalesef bambaşka felaketlerle, dertlerle yüz yüze.

Biliyorsunuz yeniden yollardayız...

Nutuk atmak için değil, iktidarın artık duymadığı milletimizi duyup, onların sesi olmak için, sağır kulaklara o sesi duyurmak için yollardayız.

İlçe ilçe gezip, insanlarımızı dinliyoruz.

Geçen hafta Antalya’daydık...

Yanıma gelen bir annenin feryadı, ne büyük bir belayla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Uyuşturucu belasından bahsediyorum.

Ülkemizin geldiği durum, maalesef hiç iyi değil:

Dünyada uyuşturucu kullanımının en hızlı arttığı üç ülkeden biri maalesef Türkiye.

Mütedeyyin olduğunu iddia eden bir iktidar döneminde,

2011-2019 yılları arasındaki artış, neredeyse yüzde 100.

Türkiye’de uyuşturucu kullanan kişi sayısı 1 buçuk milyonu bulmuş!

Ben İçişleri Bakanlığı yaptım.

Bu bela Türkiye’nin üzerinden hiç eksik olmadı.

Ancak, geçmiş yıllarda transit bir geçiş noktası olan Türkiye, artık uyuşturucunun büyük bir miktarının kaldığı, kullanıcı sayısının hızla arttığı bir ülke oldu.

Narkotik operasyonları elbette önemlidir.

Ama görüyoruz ki, çözüm olmuyor.

Bu konuda çok daha ciddi, yüksek kaynaklar ayırarak çalışmalar yapılması gerekiyor.

Sadece asayiş tedbirleri yetmez.

Cezaları ne kadar artırırsak artıralım, talep oldukça önüne geçemeyiz.

Uyuşturucuya meyli ve talebi ortadan kaldırmalıyız.

Bu da, özellikle gençlerimize her yönüyle sahip çıkmakla, onları yeniden umutlandırmakla mümkündür.

Bu konuda atılacak adımlar, bir hükümet politikasının ötesinde, devlet politikası olmalıdır.

Önümüzdeki dönemde, iktidarın uyuşturucu sorunuyla ilgili attığı adımları, yakından takip edeceğiz.

Değerli milletvekilleri;

Bakın, Elazığ’daki depremin ardından, yardımları bölgeye ulaştırmak için yollara düşen kardeşlerimiz var.

Kim onlar?

Kamyoncu esnafımız.

Allah her birinden razı olsun.

Antalya ziyaretimizde kamyoncularımızla da dertleştik.

Bir devleti yönetenler, milletinin feryadına kayıtsız kaldıkça dertler büyür, içinden çıkılamaz bir hale gelir.

Yaraları sarmak için seferber olan bu kardeşlerimizin yaralarına, kimse kulak asmıyor.

Gösterdikleri gayret üzerine, burada onların sorunlarından bahsetmek boynumuzun borcudur.

Neler anlatıyorlar neler...

Biri diyor ki;

“Halimiz üstümüzden belli.

Lastik olmuş 3 bin lira.

Bir tabak yemek 10 liraydı, 25 lira oldu.

Bir çay 1 liraydı, 1 lira 75 kuruş oldu.

Altından kalkamıyoruz.

28 yaşındayım ama sıkıntıdan stresten 58 yaşında görünüyorum.

Kendimi mi yakayım?” diyor...

Bir başka şoför kardeşimiz diyor ki;

“İzmir’den Aydın’a 550 lira.

50 lira komisyon, 350 lira mazot.

Lastiği var, sigortası var, arızası var.

Dönüşte iş buldun buldun, bulamazsan cepten gidiyor.

Hepimizin maliyeye borcu var.

Benim 150 bin lira borcum var.

Bir şoföre 24 bin lira trafik cezası gelir mi?

Biz nasıl iş yapacağız?” diyor...

Bir başkası diyor ki;

“Belgelere yapılan zamma bir bakın, Allah aşkına...

Biz zaten perişanız da, artık daha mesleğe girerken boğazımıza çöküyorlar.

Avrupa gibi olalım diye, yeni uygulamalarla sırtımızdaki yükü artırıyorlar ama, Afrika şartlarında yaşıyoruz, kimsenin umurunda değil.”

İktidara sesleniyorum;

Bu feryadı duyun.

Milletin kesesindeki parayı oraya buraya savuracağınıza,

mesela takograf konusunda, hiç olmazsa yükün bir bölümünü siz üstlenin, şoför kardeşlerimiz biraz nefes alsın.

Dava arkadaşlarım;

İki günlük ziyaretimizde kiminle konuştuysak, dertler ortak.

İnsanımız geçinemiyor, tencereler kaynamıyor, ay sonu gelmiyor, gencimiz işsiz, gencimiz umutsuz…

Turizm cenneti Antalya’da esnaf perişan...

Her şey dahil sistemi, zincir marketler, getirilen yeni vergi yükleri insanımızın belini bükmüş.

İktidar ve küçük ortağı suni gündemler yaratma peşinde koşadursun,

vatandaşın gerçek gündemi bambaşka...

İktidar “Suriye” diyor, Antalyalı vatandaşım bize Suriyelileri soruyor.

İktidar “Libya” diyor, Antalyalı esnafım bize “Elektrik faturasını ödeyemiyorum.” diyor.

İktidar “Kanal İstanbul” diyor, Antalyalı gencim bana “İş bulamıyorum” diyor.

İşte memleketin gerçek gündemi budur.

O gerçek gündem, kaynamayan tenceredir.

Ödenemeyen faturalardır.

İş bulamayan gençler, ay sonunu getiremeyen ailelerdir.

Dava arkadaşlarım;

Daha önceki toplantılarımızda da söyledim:

“Dünyada hiçbir gelişmiş ülke tarım politikasını piyasa şartlarına bırakmaz.”

Çünkü toplumların ekonomik ve sosyal güvenliği için en önemli faktörlerden biri gıda güvenliğidir.

Öyle büyük stratejik öneme sahiptir ki, piyasa şartlarına ve işinin ehli olmayan karar alıcılara bırakılamaz.

AK Parti’nin başa geldiğinden beri başarısız olduğu birçok alan var ama, özellikle tarımdaki başarısızlığı ekonomik ve toplumsal dengeleri alt üst etmiş durumda.

Oysa Türkiye, artan nüfusunu doyurmak için, tarımda üretimini ve verimliliğini arttırmak zorunda olan bir ülke.

Peki bu yönde bir gelişme görüyor muyuz?

Gelin anlatayım.

Geçtiğimiz yıl tek başına gıda enflasyonu yüzde 20’nin üstünde gerçekleşti.

Türkiye bugün, hem gıda enflasyonu, hem de genel tüketici fiyatları enflasyonu bazında, aynı grupta yer aldığı gelişmekte olan ülkelerin, iki katından fazla bir enflasyon oranına sahip.

Gıdanın, Tüketici fiyat endeksi içinde ağırlığı yüzde 24.

Ama dar gelirli vatandaşımın bütçesinde ise, ağırlığı çok daha fazla.

İşte bu nedenle “mutfaktaki yangın”, en fazla dar gelirli vatandaşlarımızı vuruyor.

Ne demek istediğimi sayılarla anlatayım:

Bugün dört kişilik bir ailenin, sağlıklı bir biçimde beslenebilmesi için, günlük en az 72 lira 58 kuruş, yani aylık 2 bin 178 liralık harcama yapması gerekiyor.

Bugün bu paranın yanına yaklaşamayan emekli aylığı alan vatandaşlarım var.

Bu bahsettiğim açlık sınırı kabaca bir asgari ücrete denk geliyor.

Peki açlık sınırı Ak Parti zamanında ne kadar arttı biliyor musunuz?

Tam 4.6 kat!

Bakın dikkat edin, Türkiye’de çalışanların yüzde 40’ı geçimini asgari ücretle sağlıyor.

Yani benim bu ülkedeki çalışan, ekonomiye katkıda bulunan,

işçimin, emekçimin, üçte birinden fazlasının aldığı maaş,

sadece ailesinin aç kalmamasına yetiyor.

Bugün yoksulluk sınırı aylık yaklaşık 7500 lira.

Yani karı koca asgari ücret alan bir ailenin toplam gelirinin bir buçuk katı.

Varın gerisini siz düşünün...

Üstelik vatandaşın hayatını daha da zorlaştıran şey, sadece gıda fiyatlarındaki artış da değil.

Doğalgaz fiyatları ile devam edelim...

Doğalgaza, 2018 ve 2019 yıllarında, toplam yüzde 60 zam yapıldı.

Vatandaşımın maaşı ise, bunun üçte biri kadar bile artmadı.

Sadece 2019 yılında elektriğe gelen zam, yüzde 30.

Bugün İstanbul’da 4 kişilik bir ailenin, aylık ortalama 200 metreküp doğalgaz tükettiğini düşünün, sadece bunun maliyeti 360 lira.

Buna en az 140 liralık elektrik faturasını da ekleyince, 500 lira sadece elektrik ve doğalgaza gitmiş oluyor.

Yani vatandaşımın aldığı asgari ücretin dörtte biri sadece elektrik ve doğalgaz faturalarına gidiyor.

Bakın, Türkiye’nin en büyük kentinde, İstanbul’da, 39 ilçeden 38’inde doğalgaz tüketiminde düşüş var...

Vatandaş artık kombinin düğmesini tedirgin çeviriyor.

Dünyada, bütçesindeki paya göre, elektrik ve doğalgaza,

bu kadar fazla para ödeyen başka hiçbir ülke bulamazsınız.

Bütün dünyada enerji maliyetleri düşerken, bizde devamlı artıyor.

Neden peki?

Bu israf ekonomisinde, keyfi harcamalar için daha fazla vergi toplamak gerekiyor da onun için.

Ne diyor mısralarında Tevfik Fikret?

“Yiyin, efendiler yiyin; bu iştah veren sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını,

Varlığını, hayatını, umudunu, hayalini,

Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını,

Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini...”

Hal böyleyken, ülke gündeminin, çılgınlıklarla, suni meselelerle işgaline izin veremeyiz.

Bunları konuşacağız.

İsteseler de istemeseler de konuşacağız.

Herkes bizden hak ettiği sözü duyacak.

Çünkü bizim sesimiz, milletimizin vicdanından gelen sestir.

Ne yapalım, susalım mı?

Bu bir fıtrat meselesi...

Milletim bunca yükün altında ezilirken, beylerin keyfi kaçmasın diye susacaksam, ne işim var benim burada?...

Milletim dertliyken susmam, susamam, susmayacağım.

Sizler de susmayacaksınız!

Aziz milletim;

Görünen o ki zamların ardı arkası gelmeyecek.

Baksanıza, finans gurusu, büyük ekonomist Damat Bey, elektrik zammını az bulmuş.

Buyurun size şımarıklığın resmi.

Kayınpeder torpilliyle bakan olmuş birinin, milletin durumunu umursamayan haline bakın…

Ömründe ev geçindirme derdi olmamış bedavacı bir adamın, vatandaşla kurduğu empatinin düzeyine bakın…

İbretlik gerçekten.

Öğrencisi açken tok yatan rektör bizden olmadığı gibi, vatandaşı açken tok yatan Maliye Bakanı da bizden değildir, Sayın Erdoğan;

Bu arkadaş mı dengeleyecek ekonomiyi?

Bu arkadaş mı söndürecek mutfaktaki yangını?

Bu arkadaş mı uçuracak Türkiye’yi?

Ben de isterim Türkiye uçsun.

Ama Türkiye televizyona çıkıp uçuyoruz demekle uçmaz.

“Benim için bitmiştir, daha da olsa gelmem” dediğin Davos’a, damadını gönderip, konuşturmakla da uçmaz.

Gereğini yapacaksın.

Türkiye nasıl uçar?

Türkiye, demokrasiye dönüşle, kuvvetler ayrılığı ile uçar.

Türkiye, sarayın masraflarını kısıp, milletin parasını çarçur etmemekle uçar.

Türkiye, tarıma önem verilirse, üretim ekonomisine geçilirse uçar.

Türkiye, yapısal reformlarla, teknolojik kalkınmayla uçar.

Türkiye, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le uçar...

Bu çağrı, İYİ Parti’nin çağrısıdır.

Bizim milliyetçilik anlayışımız bir medeniyet projesidir.

Son yüzyılı inceleyen batılı tarihçiler, Türklerin son kızıl elmasını modernleşme projesi olarak tanımlarlar.

82 milyonu kapsayan bu projenin temel hedefi;

İnsanı mutlu, kadını huzurlu, genci umutlu, zengin ve güçlü bir Türkiye’dir.

Bugün iki basamak geriledik, 19. büyük ekonomiyiz.

745 milyar dolarlık milli gelire sahibiz.

Suriyelileri sayarsak kişi başına 8400, saymazsak 8900 dolar milli gelire sahibiz.

Eğer beş yıl önceki gibi 17. Büyük ekonomi olmak istiyorsak, artık bir trilyon dolarlık üretimi ortaya koymalıyız.

Dava arkadaşlarım;

Ülkenin ve milletin enerjisini, gerçek olmayan meselelere harcıyorlar.

Dikenlerin üzerinde yürüyoruz.

Birleştirici ruhu, kadim devlet dilini unuttular.

Akıllarına sadece felaketlerde geliyor.

Ama dünya bugünü kotarıp, yarını planlıyor.

Dünya, 2050’lerin hesabını yapıyor.

Akıllı hiçbir ülke bu medeniyetler yarışından kopmuyor.

Türkiye ise, bu iktidar nedeniyle,

bırakın yerinde saymayı, geçin makyajlı rakamları, geri gidiyor geri…

Bakın, 2050 yılının birincisi 50 trilyon dolarlık üretimle Çin olacak gibi görünüyor.

Bugün ortalama 11 bin dolar gelire sahip her Çinli, 25-30 yıl sonra, ortalama 30-35 bin dolar gelir sahibi olacak.

Bu değişimin dışında kalamayız.

Tarih bizi affetmez.

Bunları konuşabilmenin, bunu başarabilmenin ilk adımı da,

Türkiye’yi onlarca yıl geri götürecek olan bu ucube sistemden bir an önce vazgeçmektir.

Damada, geline, görümceye, eşe, dosta, ahbaba teslim edilen bu sistemi, bir an önce kaldırmalı ve iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter sistemi kurmalıyız.

Başka çıkar yolumuz yok.

Buna direnmek, tarihe ve gerçeklerine direnmektir.

Ve de insanlık tarihi boyunca, bu direnç asla başarılı olamamıştır.

Aziz milletim;

İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem, Türkiye’nin bu sarmaldan çıkış yoludur.

Türkiye’nin çıkış yolu;

Dış politikayı, kişisel egolarına yem eden kayınpederden,

Ekonomiyi, boş paketler açıklamayı maharet zanneden damattan,

Devleti de, dalkavukluğu idarecilik zanneden beceriksizlerden kurtarmaktır.

Gelin, sözüme kulak verin.

Türkiye nasıl zenginleşirmiş, milletimiz nasıl ferahlarmış,

işte o zaman göreceksiniz.

Hep söylüyorum, bu hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyduğumuz her şeye sahibiz.

Bunu başardığımız gün herkes gerçeği görecek.

Türkiye, Amerika’yla Rusya arasında tenis topu gibi mekik dokumaktan kurtulacak.

Gençlerimiz, ülkelerine ve yarınlara güvenecek, her türlü beladan uzak duracak.

Çocukları fark etmesin diye, her sabah işe gidiyormuş gibi evden çıkan işsiz kardeşim, akşamları gerçekten işinden evine başı dik dönecek.

Mutfaktaki yangın yüzünden elinin lezzeti, ağzının tadı kaçan kadınlarımız, çocuklarının yüzüne yeniden gülerek bakacak.

Emeklilerimiz, çalışanlarımız, hak ettiklerini alacak, Türkiye’nin o beş müteahhitten büyük olduğunu görecek.

Türkiye ve Türk dendiği zaman herkes iki düşünüp bir konuşacak.

Çin, Doğu Türkistan’da,

Selefi gruplar, Türkmeneli’nde,

Avrupalı ırkçılar, gurbetçilerimizin karşısında daha dikkatli olacak.

Çünkü herkes bilecek ki, dünyanın neresinde olursa olsun, karşılarındaki kardeşimin ardında güçlü, yükselen bir Türkiye var.

Çağın ihtiyaçlarını ve ülkesinin imkanlarını bilen özgüvenli gençlerimizle,

20’inci yüzyılın başında Cumhuriyetle yazdığımız gibi, 21’inci yüzyılda da örnek hikayeyi biz yazacağız.

Ülkesine ve milletine güvenen, işinin ehli insanların yönettiği Türkiye, ülkelerden bir ülke değil, herkesin ayağa kalkışına gıpta ettiği bir ülke olacak.

Yol arkadaşlarım;

Bu bir hayal değil.

Bu, tarihimizin ve ecdadımızın yaptıklarına baktıkça güç bulduğumuz,

öz be öz kendi hikayemiz.

Bu hikaye, bizim hikayemiz.

Yeter ki aşkla yazalım.

Yeter ki, millet ve vatan aşkıyla uygulayalım...

Saraylarında zevk ve sefaya dalanlar buraya kulak versinler.

Sayın Erdoğan’ın başrolde olduğu bu vasat dizinin artık sonuna geliyoruz.

Türk Milleti’nin makus talihini yenmek, bu kez bizim omuzumuzdaki görevdir.

Hazırız, kararlıyız.

Ve milletimizle elele, hep birlikte;

BAŞARACAĞIZ. BAŞARACAĞIZ. BAŞARACAĞIZ.

Toplantımızı şereflendirdiniz,

Sağolun, varolun.

Depremde kaybettiğimiz canlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyor,

Her birinizi Allah’a emanet ediyorum.

Fotoğraflar: CiddiGazete