Gazeteci yazar Fehmi Koru, kendisine “FETÖ'nün Fehmi'si, Pensilvanya'nın Koru'su, 15 Temmuz'un intikamını almak için sıraya girmiştir. Bu şahsın elini kolunu sallayarak dolaşıyor olması hayrettir” ifadeleriyle seslenen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye cevap verdi. Koru, Bahçeli’nin yaklaşımının ucuz olduğunu belirtirken, “Aklımı ve sağduyumu bir tarafa bırakıp içimdeki yaban hisleri yazıya dökmeye başlarsam hiç arzu etmediğim bir seviyeye inebileceğimden endişe ediyorum” dedi.

Koru, Bahçeli’nin ifadelerinin ardından kişisel sayfasında bir yazı kaleme aldı. Koru’nun “Zorunlu bir yazı bu; umarım kendi seviyemi yine de koruyabilmişimdir...” başlıklı yazısı şöyle:

Geçmişte pek çok kişiyle kalem kavgam oldu; onlar yazdı ben cevap verdim; ben yazdım onlar cevap verdi. Bazen birkaç yazı bile sürdüğü oldu kavgaların...

Ancak ne kadar içine çekmeye çalışmış olursa olsunlar basın camiası dışından biriyle cedelleşmeye yanaşmadım; hele siyasi parti liderlerine cevap yetiştirmek gibi bir derdim hiç olmadı.

Ne de olsa onların sıkı muhatapları var: Birbirleri...

Bu kuralımı bir gün bozmam gerekeceğini de doğrusu düşünmemiştim.

İyi de, MHP lideri Devlet Bahçeli‘nin partisi üyeleri önünde yaptığı, içinde bolca adım geçen ve bazı medya sitelerinin de oradan alıp çoğalttıkları -herhalde bugünkü gazetelerde de geniş yer işgal edebilecek- konuşması cevapsız mı kalacak?

Kozasını ören biri iken…

Bir kere bir seviye sorunu var.

Geçmişteki kalem kavgalarında muhataplarım ne kadar gayret etse de hep belli bir seviyeyi korudum, onların da seviyelerini çok aşağıya düşürmemelerini böylece sağladığıma inanıyorum.

Peki seviyenin söz konusu olmadığı bir ortamda ne yapabilirim?

İşte bunu bilmiyorum.

Üç yıldan fazla oluyor, hiçbir gazetede yazamıyorum; köşeler bana kapalı. Yine aynı süre içerisinde TV kanalları için de ‘çağrılmayan Yakup’ durumundayım. Boşta kaldığım sürenin bir bölümünü kitap yazmakla, kalan bölümünü de kendi adımı taşıyan bir internet sitesinde her gün takipçilerimle buluşmakla değerlendiriyorum.

Beni yalnızca yazdıklarımı okuma zahmetine katlananlar okuyabiliyor.

Herhangi bir siyasi parti liderinin hışmını çekebilecek bir durumum yok sizin anlayacağınız. Yaptığım, burada dostlarımla hasbıhal etmekten ibaret çünkü.

İyi de, kendi kozasında sessizce günlerini geçiren biri olarak MHP liderinin saygı yoksunu ifadelerle hedefine alınmayı hak edecek ne yapmış olabilirim?

Konuşmasında, partisinin ‘Cumhur İttifakı’ içerisinde Ak Parti ile birlikteliğinin ortağının aleyhine çalıştığı tespitimden hoşlanmadığını belli eden ifadeler bu soruya cevap teşkil ediyor. (O tespitin patentinin bende olduğunu da bilmiyordum.)

İsterseniz konuya ilişkin yazımın Devlet Bahçeli‘nin hırçınlığına sebep olan bölümünü buraya aynen taşıyayım:

“İstanbul her halükarda AK Parti tarafından kaybedildi. En doğru tavır, hiç uzatmadan bunu kabul etmektir.

- O kadronun bundan sonra esas düşünmesi gereken, ittifak için altlarını oyan MHP’den daha az zararlı -hatta eski güzel günleri canlandırmaya da yarayabilecek- bir müttefik bulmak olmalı. Kendilerine daha yakın, ülkeyi birlikte daha rahat yönetebilecekleri bir müttefik...

- Yeni parti kurulmasın diye tedbirler almak yerine, gardını düşürmeli ve vaktiyle kendi içerisinde bulunanlardan bunu yapacaklara şükran duymalı.

- ‘AK Parti eskiden o ittifakı içinde taşıyordu’ diyorum ve bu yazıya burada son veriyorum.”

Hepsi bu.

İttifak MHP’ye yaramadı mı?

‘Cumhur İttifakı’nın, daha doğrusu MHP ile birlikteliğin AK Parti’nin aleyhine çalıştığı rakamsal olarak ortada. Bilebilecek durumda olanların hesabına göre 31 Mart seçiminde AK Parti’nin oyu yüzde 35 civarında. MHP lideri bana saldırdığı konuşmasında partisinin oyunu yüzde 18.81 olarak verdi; bu durumda AK Parti’ye yüzde 35’in de hayli altında bir oran kalıyor.

Bu da, AK Parti için siyasi hayatında girdiği ve sonrasında her seçimde artırdığı ilk seçimin (yılı 2002: oranı yüzde 34.42) bile altında kalan bir oran anlamına geliyor.

Önceki yerel seçimde AK Parti’nin kazanmış olduğu 10 il ile 55 önemli ilçenin de 31 Mart seçiminde MHP tarafından kazanıldığı biliniyor.

İttifaklar yerine her parti kendi başına seçime girseydi, en çok oyu alan parti olacağı için, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere kaybettiği pek çok kentin belediye başkanlıkları AK Parti’de kalacaktı.

Gerçekler ortada. Öyle olduğu içindir ki, bu konunun AK Parti içerisinde de tartışılmaya başlandığı son zamanlarda dışarıya sızıyor.

Eee?

Yazımda açıkça yazdım; bana göre, AK Parti’nin yapması gereken, vaktiyle birlikte olduğu, kuruluşunu birlikte kotardıkları, oylarının yüzde 50’lere ulaşmasında varlıklarıyla katkıda bulunduğu bugün daha iyi anlaşılan partili parlak isimlerle yakınlaşmasıdır.

O isimlerle bir araya gelmeleri artık düşünülemeyeceği ve onların bazılarının yeni bir parti çatısı altında toplanma hazırlığında bulunduğu sağır sultan tarafından bile duyulduğu için, bu konuda karar verebileceklere çıkış yolu olarak, yeni partinin kurulmasını engellemeye çalışmamayı tavsiye ettim o yazımda.

Alıntıyı okuyan herkes kimleri kast ettiğimi hiç zorlanmadan anlamıştır.

O cümleden ‘FETÖ’ ile ittifak tavsiyesi sonucu çıkarmak, 15 Temmuz’dan aylar önce çıkan ve çeşitli ortamlarda başvuru eseri olarak değerlendirilen ‘Ben Böyle Gördüm: Cemaat’in Siyasetle Sınavı’ kitabım ortada dururken beni de o kafilenin içine sokuşturmaya çalışmak bayağı ucuz bir yaklaşım olmuyor mu?

Evet ucuz bir yaklaşım bu.

Hele bana hapis yolunu göstermesi yok mu... Dinleyicileri bile bu üslubu yadırgamışlardır...

Öyle olduğunu ummak istiyorum...

Aklımı ve sağduyumu bir tarafa bırakıp içimdeki yaban hisleri yazıya dökmeye başlarsam hiç arzu etmediğim bir seviyeye inebileceğimden endişe ediyorum. Bu sebeple, en iyisi, bu yazıyı burada noktalamak...