CiddiGazete- İYİ Parti İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Türk dış politikasına dair değerlendirmelerde bulunan Özdağ, Libya ve Suriye’deki durumun ülke güvenliğine etkisine dair görüşlerini aktardı.

Ümit Özdağ, basın toplantısında şu değerlendirmelerde bulundu:

Türkiye’nin DEAŞ'ın sözde emirinin güvenlik güçleri tarafından yakalandığı duyuruldu.

Türkiye’de yaygın bir terör şebekesi oluşturan DEAŞ, ülkemizi önce Suriye iç savaşında cephe gerisi lojistik merkezi olarak kullandı, sonra da Türkiye’de kanlı eylemlere başladı.

Ülkemizin büyük katliamlardan oluşan Orta Doğu tipi terör eylemleri ile tanışması, DEAŞ terör eylemlerinin başlamasıyla gerçekleşmiştir.

Birkaç eylemde 200’ü aşan insanın ölmesine neden olmuştur DEAŞ. DEAŞ 2019’da da Türkiye vilayeti programını ilan ederek Türkiye’ye yönelik yeni saldırılarını başlatmak istemiştir.

İstihbarat ve emniyet güçlerimizin sürekli operasyonlarla DEAŞ’ı baskı altına aldığını biliyoruz. Bu baskılar sonucunda sözde Türkiye emiri yakalanmış bulunuyor.

İstihbaratçılarımızı ve emniyet güçlerimizi tebrik ediyorum. Unutulmamalı ki; DEAŞ ile mücadelenin sona erdirilebilmesi için sosyal tabanını tamamen yitirmesi gerekiyor.

DEAŞ terörünün sosyal tabanını da Türkiye’deki Suriyeliler oluşturuyor.

Türkiye’nin güvenliği tehdit altındadır.

Ülkemizin güvenliğinin tehdit altında olmasının birinci nedeni, diplomasi ve güvenlik politikalarımızın kötü yönetilmesi, ikinci nedeni ise bundan istifade eden Türkiye’ye düşman ve rakip güçlerin saldırgan tutumlarını artırmalarıdır.

Türk dış ve güvenlik politikalarının kötü yönetilmesinin nedeni; dış politikanın Türkiye’nin milli menfaatlerinden çok, siyasal ümmetçi "Müslüman Kardeşler" çizgisini takip etmesidir.

Erdoğan’ın ısrarla izlemekte devam ettiği bu siyaset, Ortadoğu’da Türkiye’yi yalnızlaştırmış, dünyada ciddi bir izolasyona sokmuş, Türkiye’nin düşmanlarının artmasını ve aralarında ittifaklar kurulmasını sağlamıştır.

İzlenen siyasal ümmetçi "Müslüman Kardeşler" merkezli politika, Türkiye’nin önceliklerini yanlış belirlemesine yol açmaktadır.

Bugün Türkiye İdlib’te selefi terör örgütlerinin de içinde olduğu bir grubu korumak adına on binlerce askerini ve askeri aracını İdlib’e yığarken, Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli "PKK’istan" projesi bütün hızı ile gelişmeye devam etmektedir.

"IRAK’IN KUZEYİNDE ÇEVRİLEN FİLMİ İKİNCİ KEZ GÖRÜYORUZ"

PKK-YPG terör örgütü bölgede bir suç rejimini Türkiye’nin gözlerinin içine baka baka inşa etmiş, cinayetlere soygunlara, insan kaçırma ve etnik temizlik eylemlerine imza atmaktadır. Amerikan özel kuvvetlerinden emekli bir zatın da ortak olduğu 2019’da kurdurulan bir petrol şirketi, PKK-PYD’nin işgal ettiği bölgede petrol çıkararak, güneyimizde kurulmak istenen terör devletinin finansmanını sağlayacaktır.

Bu bölgede yapılan toplantılarda artık federal Suriye çağrıları yükselmeye başlamıştır.

Sadece ABD değil, Rusya’da PKK-YPG’yi muhatap almaya başlamıştır.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır destek vermektedir.

Rusya, üst düzey görüşmeler için PKK-YPG’yi Moskova’ya davet etmiştir.

Özetle; değişik bir boyutta Irak’ın kuzeyinde çevrilen filmi ikinci kez görüyoruz.

Türkiye için en büyük stratejik tehdit, üstelik Suriyeli göçü ile milli demografik yapısı bozulma sürecinde olan güneydeki bu terör devletinden gelecektir.

AKP Hükümeti, İdlib’e verdiği stratejik önemin onda birini dahi PKK-PYD tarafından işgal edilen bölgeye vermemektedir.

Asıl askeri yığınak yapılması gereken yer, PKK-PYD’nin işgal altında tuttuğu bölgedir.

Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki bu terörist yapılanma üzerindeki askeri, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel baskısını sistemli olarak her geçen gün biraz daha artırmalıdır.

Bu bölgedeki gelişmeleri etkisiz bir şekilde seyretmek kabul edilebilir değildir.

AKP HÜKÜMETİ VE LİBYA

Dış politikamızda bir diğer risk alanı Libya’dır.

AKP hükümeti, Libya’da Türkiye’den 2 bin kilometre uzaklıkta bir Arap iç savaşına müdahil olmuştur.

Böyle bir operasyon, olağanüstü riskleri beraberinde getirmektedir.

Türkiye’ye çok uzak, deniz aşırı lojistik gerektiren bir operasyon alanıdır.

Libya, Türkiye açısından bir çok bilinmezlik içermektedir. Buna rağmen Türkiye’nin ilk müdahalesi BM tarafından tanınan hükümetin isyancı Hafter güçleri tarafından devrilmesini engellemiştir.

Libya fiilen ikiye bölünmüş durumdadır ancak durumu Türkiye açısından olduğundan da riskli hale getiren gelişme, Türkiye’nin desteklediği Sarrac hükümetinin içinde yaşanan bölünmedir.

Sarrac, İç İşleri Bakanı Fehmi Başağa’yı görevden almıştır.

Türkiye’nin desteklediği taraf içinde ortaya çıkan ve iç savaş içinde iç savaş konumuna gelebilecek bu gelişme, ortaya Libya’daki Türk askeri varlığı için olduğu gibi Türkiye’nin bütün bir Doğu Akdeniz politikası için büyük bir risk çıkarabilecek potansiyele sahiptir.

"DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI DEĞİŞMELİ"

Türkiye, sözde dini referanslar üzerine kurulmuş ve uzun vadeli-stratejik eksenden uzak bir dış politika anlayışının taşıdığı risk ve oluşturduğu olumsuz sonuçların bilinciyle; milli çıkar esaslı, gerçekçi, sürdürülebilir, sonuç alan, diplomasiyi önceleyen ve yeni ittifaklar kurma arayışında olan bir dış politika anlayışıyla hareket edilmeye başlamalıdır.

AKP’nin öncelikle yapması gereken, Türkiye düşmanı ittifakları parçalayacak bir diplomasinin izlenmesidir.

PKK-YPG’nin ve arkasındaki devletlerin en önemli güç kaynağını Erdoğan’ın Beşar Esad ile uzlaşmama politikası oluşturmaktadır.

Türkiye, karşısındaki ittifakı kırmaya Beşar Esad ile görüşmeleri başlatarak başlamalıdır.

Mısır’ın Türkiye karşıtı ittifaka dahil olmasının nedeni AKP’nin "Müslüman Kardeşleri" desteklemesidir.

Müslüman Kardeşler, Sisi rejimine karşı politik mücadelelerinin karargahını İstanbul’a kurmuşlardır.

"Müslüman Kardeşler"in Türkiye’deki Sisi rejimini hedef alan faaliyetleri Mısır’ı her türlü Türkiye karşıtı ittifaka dahil olmasına neden olmaktadır.

Mısır’ı bu ittifaktan çıkarmanın yolu, "Müslüman Kardeşleri"n Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtlamak ile başlamalıdır.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi için AKP bazı adımlar atmıştır.

Bu olumlu bir adımdır ancak eğer gizli yürüyen bir süreç yoksa, henüz anlamlı bir ilerleme kaydedildiği görülmemektedir.

Tansiyonun düşürülmesi ve kuvvet tasarrufunun yapılması gereken bölgelerden birisi de hiç şüphesiz İdlib’tir. Beşar Esad ile görüşmelerin başlaması, patlamaya hazır bir bölge görülen İdlib üzerinde de olumlu etki yapacaktır ancak artık İdlib meselesinin İdlib halkının güvenliği sağlanarak çözülmesi, Suriye sorununun çözümü konusunun ilk önemli adımı olarak bir çözüm yoluna girmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Özetle; Türkiye dış politika ve güvenlik politikalarında etrafımızda gerçekleştirilen kuşatmayı Türk Ordusu dışındaki milli güç unsurları ile kırarken, askeri gücü son seçenek olarak hazır tutmalıdır.