İranlılar millî bir devlet kurmaya çalışıp becerememişlerdi ama millî bir İslam anlayışı meydana getirme yolunda önemli mesafeler aldılar. Bunun içindeki birtakım inançları İranlılar geliştirdiler.

Esasen büyük devlet olma hayali ile hareket eden ülkeler, din cihetiyle başka bir ülkeye bağımlı olmaktan kurtulmak için kendi inanç sistemlerini oluşturmuşlardır.

Büyük Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra, Doğu Roma (Bizans) devleti Batı Roma dan tam anlamı ile ayrılmak için Vatikan Kilisesi'nin karşısında kendi milli kilisesi olan Fener Rum Patrihanesini kurmuştu. Yine Ruslar, kraliçe Olga zamanında Hristiyanlığı kabul etmelerinden kısa bir müddet sonra kendi milli kiliseleri olan Rus Ortadoks Kilisesi'ni kurdular. Hatırlayacağınız üzere, Ukrayna kendi milli kilisesini geçtiğimiz yıl kurarak, Rus kilisesinden ayrılmıştı.

Biz yine İran'a dönelim. Şah İsmail akrabalık bağları olan Akkoyunlu Devleti‘nin ortadan kalkmasından sonra Osmanlı Devleti topraklarına göz dikince meydana gelen çatışmalarda sonuç alamayacağını görünce, sünni Osmanlı karşısında Kızılbaş Türkmenler'in ve diğer sünni toplumların üzerinde şiddet ve baskı uygulayarak sindirme yolu ile ortaya koydukları şiiliği kurumsallaştırdılar; bir ideoloji haline getirdiler.

Din, ideoloji, özellikle siyaset ideolojisi, bilhassa da muhalif siyasî ideoloji haline getirilince, din adına sertlik, hattâ anarşi ve terör kendiliğinden gelir.

İslâm tarihinde bunu en fazla Şiîlik ve Haricîlik temsil eder. Birbirine teoride zıt gibi olsa da, davranışta aynıdırlar. İkisi de Sünnî çoğunluğa karşı ve muhalif oldukları için bütün mücadelelerini Sünnî çoğunluğa karşı vermiş, meselâ İslâm’ın yayılmasına hiç hizmet etmemişlerdir. Bunun aksine muhalifliği ve sertliği kullanarak kendi inanç sistemini millet mefhumunun önüne geçirerek birliğini tesis etmiş, aynı zamanda yayılmacI politikalarını bu vasıta ile sürdürmüşlerdir.

BU GÜN ORTA DOĞU'DA ESASEN SAVAŞ VEYA KAVGANIN HARCI DİN VE İNANÇ KAYNAKLIDIR- Başlarında Muhammed bin Abdülvahab'ın bulunduğu din adamları ile Suud ailesinin işbirliği sonucunda selefilik siyasallaştırıldı. Selefilikteki "dışlamacılık" şiddete dönüşünce, meydana gelen kırılmalardan Vehhabilik ortaya çıktı. Selefilikteki şiddet sokak şiddetiyken, Vehhabilikte şiddet devlet şiddetine dönüşmüştür.

Siyasallaşan bu mezhep, Osmanlı'yı müşrik görüp isyan etti. Neticede emperyal devletlerin de desteği ile Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Suudi Arabistan Devletini kurdular. Kendi ülkelerinden Büyük Roma İmparatorluğu döneminde sürülmüş ve dünyanın her tarafına yayılmış Yahudilere ait olduğu ileri sürülen kutsal kitapta vaat edilen topraklarda devlet kurmak için ortaya çıkan Siyonizm, milliyetçilik yüzyılında doğmuş, ardından ideolojiler çağında serpilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse; siyonizm ideolojisi, beklenen Mesih’in uzayan gıyabında, yokluğunda “Rabbin ulusu”nu Arz-ı Mev’ud’a sevk etmekten ibarettir. Onun ötesinde Siyonizm'in fikir babası Theodor Herzl’in kehanetini, vadettiği Yahudi Devleti’ni (Der Judenstaat) hayata geçirmektir.

Görüldüğü üzere; Yahudi inancını bir milliyetçilik akımı haline getirenler, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda 1948 yılında, Orta Doğu'da emellerine emperyal devletlerin desteği ile bugünkü İsrail'i kurdular.

Dini inançları siyasi ideoloji haline , bilhassa da muhalif siyasi ideoloji haline getiren ve din adına sertlik, hatta anarşi ve terör oluşumunda rol oynayan, enerji kaynaklarını ve koridorlarını ele geçirmek isteyen ve fütursuzca davranan, doyumsuz emperyal güçlerle kucak kucağa yaşayan, onların tetikçiliğini yaparak bölgeyi yaşanmaz hale getiren, milyonlarca insanın hunharca katledilmesine sebep olan üç ülke var. Bunlar Vehhabiliği ve Selefiliği kullanan Suudlar, Yahudiliği ve Siyonizmi kullanan İsrail ile Şiiliği kullanan İran; dünyanın merkezini ve insanlığı tehdit ediyorlar.