Sinan Baykent

2019 yılı itibariyle Türk milliyetçileri hem tavanda hem de tabanda bölünmüştür.

Merhum Alparslan Türkeş’in himayesinde modern bir çizgide siyasallaşan Türk milliyetçiliği fikriyatı uzun yıllar boyunca temsil mercii noktasında herhangi bir sorun yaşamadı.

Gerçekten de 1965-1993 yılları arasında Türkeş’in önderliğindeki Türk milliyetçiliğinin monoblok bir yapıda seyrettiği ve diğer akımlara nispetle çelikleşmiş bir beraberlik ruhu ihtiva ettiği bilinen bir gerçektir.

Ne var ki, Türk milliyetçiliği ilk ciddi kırılmasını 1993 yılında merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Partisi (BBP) kurmasıyla birlikte tecrübe etti.

Milliyetçiliğin daha mütedeyyin ve İslami yorumunu ete kemiğe büründürmek isteyen Yazıcıoğlu her ne kadar önemli sayılabilecek bir çıkış yapmışsa da parti, sonrasında katıldığı seçimlerde elde ettiği oy oranları ile Milliyetçi Hareket Partisi’yle (MHP) rekabet etmekte yetersiz kaldı.

Mevzubahis bu kırılmaya ve dahi Türkeş’in vefatına rağmen MHP, Türk milliyetçiliğinin yegane temsil mercii olarak varlığını sürdürmeyi başardı.

1999 yılındaki seçimler bu anlamda fevkalade manidardır. Örneğin bu seçimlerde MHP ve MHP’nin şahsında Türk milliyetçiliği siyasal planda ilk defa kendisine dayatılan “cam tavanı” tuzla buz etmiş, delip geçmiştir.

Sağlanan büyük başarıya rağmen, MHP kısa bir zaman içinde ikinci bir kırılma ile karşılaşmış ve 2001 buhranının tetiklediği 2002 erken seçimlerinde oylarını ve potansiyelini eritme raddesine gelmiştir.

2002 yılındaki manzarada Türk milliyetçiliği tavanda ve tabanda artık yalnızca MHP markasının uhdesinde değildir.

1993 yılından beri Türk milliyetçiliği ilk defa ikiden fazla parçaya bölünmüştür.

Artık MHP ile BBP’ye Cem Uzan’ın Genç Parti’si (GP), Tuğrul Türkeş’in Aydınlık Türkiye Partisi (ATP) ve milliyetçi merkeze doğru yol almaya çalışan eski İşçi Partisi (İP) eşlik etmektedir.

Bu kırılma, ilkine kıyasla çok daha somut ve yakıcı olmuş, Türk milliyetçiliği ilk defa bizzat tabanın oy tercihlerinde bölünmüştür.

Her ne kadar MHP -Türk milliyetçiliğinin tarihsel lokomotifi olarak- sonraki yılları belli bir toparlanma teşebbüsü ile değerlendirmişse de, 1999 yılındaki başarısını tekrarlayamamıştır.

Haziran 2015 seçimlerinde belli bir ivme yakalayan ve yeniden koalisyon ortağı olma fırsatına kavuşan MHP bu senaryodan yüz çevirmişse de, 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain FETÖ’cü darbe girişiminin akabinde AK Parti iktidarına dışarıdan destek vermeyi yeğledi.

Özellikle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” savıyla kristalize olan bu destek, nihayetinde 16 Nisan 2017 referandumunu beraberinde getirmiş ve Türk milliyetçiliğinin biricik temsil mercii konumundaki MHP’yi yakın tarihte üçüncü defa büyük bir kırılma ile karşı karşıya bırakmıştır.

1993 yılında “seküler/mütedeyyin” ayrışmasını idrak eden Türk milliyetçiliği, 2017 yılında ise bu defa taşra (Anadolu)/şehir (Batı) çelişkisinden mustarip oldu.

Böylelikle referandum sürecinde “Türk Milliyetçileri Hayır Diyor Platformu” çatısı altında örgütlenen kimi önemli simaların büyük bir çoğunluğu (MHP kongresinde genel başkanlık yarışına dahil olan dört genel başkan adayından üçü) daha sonra İYİ Parti’nin (İYİP) kuruluş aşamalarında yer aldılar.

Bugün gelinen aşamada Türk milliyetçiliğinin Türkeş’li yıllarda olduğu gibi bir ve tek değil, birçok farklı temsilcisi, mercii vardır.

MHP söz konusu mercilerin halen güçlüsü ve en belirleyicisi olsa da, artık rekabet halinde olduğu bir İYİP, bir BBP ve belki de önümüzdeki aylarda Türkiye’ye yeniden döneceğini açıklayan bir Cem Uzan gerçekliği var (veya olacak).

Burada partisiz kalmayı tercih eden Türk milliyetçilerini veya Vatan Partisi’ne (VP) yönelenleri saymıyorum bile.

İlginçtir, portresini çizdiğimiz bu dağınık tabloda muhtelif milliyetçi partilerin toplam (reel) oy oranları yüzde 25 bandını zorlamaktadır ki, bu seviye “zirve” sayılan 1999 yılının da üzerindedir.

Dünyada milliyetçiliğin bir yükseliş trendi izlediği ve özellikle çoğu Batı ülkesinde artık açıktan iktidara göz kırptığı herkesin malumudur.

Elbette Türkiye de bahsini ettiğimiz bu yükselişe tanık olmaktadır ve ileride de büyük olasılıkla olmaya devam edecektir.

Evet, Türkiye’de de milliyetçilik yükseliyor -en azından rakamlar bunu gösteriyor. Ancak Türkiye’de artık bütüncül- monolitik bir milliyetçi harita yok.

Başka bir deyişle, Türk milliyetçiliğinin bugün tabanı gözü kapalı olarak peşinden sürükleyebilecek net bir taşıyıcısı, bir öncüsü bulunmuyor.

Dahası, derin bölünmüşlükler ve iç çatışmalarla meşgul olan, atomize edilmiş bir vaziyetten söz etmek mümkündür.

Ben maalesef Türk milliyetçiliğinin fraksiyoner solla aynı hastalığın pençesine düşmek üzere olduğunu müşahede ediyorum.

Bunun bana kalırsa çok açık, sade ve rasyonel olduğu kadar duygusal niteliği haiz sebepleri de var.

Türkiye siyasetindeki "Atatürk kompleksi", öyle zannediyorum ki, Türk milliyetçiliği özelinde bir "Başbuğ kompleksi" şeklinde tezahür ediyor.

Milliyetçi cenahta her yöneticinin rüyasında yeni bir "Başbuğ" olmak, onu yakalamak ve hatta geçmek var.

Bu durumun ilgili kademeyi kısır bir hırs kapanına düşürdüğü kanısındayım.

Böylesi nefsi hareketleri kaşıyan ve büyüten bir döngünün neticede halihazırda var olan bölünmeleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getireceği aşikardır.

"Bunca kritik yeter, ne öneriyorsun?" şeklindeki homurdanmaları şimdiden duyar gibiyim.

Elbette pek çok çözüm ve çözüm senaryosu mevcuttur. Bu meseleye Türk milliyetçiliği üzerine düşünen, yazan ve konuşan herkesin farklı zaviyelerden farklı çözümler geliştirmesi beklenen ve arzu edilen bir şeydir.

Kendi payıma, açığa çıkmış veya çıkmayı bekleyen çeşitli hizipleşme mantıklarının ötesinde Türk milliyetçiliğinin bir “lig” kültürü geliştirmesinin stratejik önemini vurgulamak istiyorum.

Şüphesiz ki, Türk milliyetçiliği bünyesindeki kırılmalar salt yukarıda tasvir ettiğim psikolojik etkenlerle açıklanamaz.

Görüldüğü üzere, kırılmaların çoğunda sosyal gerekçeler baskındır ve etkilidir.

Ancak vuku bulan kırılmaların neticesinde ortaya çıkan dağınık, parçalı ve ayrışık saha gerçekliği bilhassa Türk milliyetçiliğinin ve dolayısıyla da Türkiye’nin kaderini abluka altına alıyor.

Başka bir deyişle, örneğin bugün yüzde 25’lik reel potansiyel lime lime ediliyor.

Bu kadar mı? Hayır.

Dünyadaki ve Türkiye’deki gidişatın ışığında daha da esnemesi ve yayılması beklenen milliyetçi potansiyelin geleceği hem tehdit ediliyor hem de daha doğmadan boğazlanıyor.

Batı tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD), Birleşik Krallık’a ve dahi Fransa’dan İtalya’ya kadar uzanan geniş bir kuşakta milliyetçiler içteki ayrılıkları liglerde bir araya gelerek aşmışlar, ligler aracılığıyla mücadele etmişler ve bu vesileyle de pek çok önemli zaferlere imza atmışlardır.

Türkiye’de ne Türk milliyetçiliğinin ne de başka bir ideolojik çizginin ya da pratiğin lig deneyimi olmuştur.

Kabaca tanımlamak gerekirse, "lig" birtakım şahıs ve/veya grupların ortak bir hedef doğrultusunda aynı masa etrafında oturduğu ve beraberce davrandığı kümelerdir.

Hal böyle olunca, bir lig içinde farklı kuruluşlar, farklı eğilimler, farklı oluşumlar ve hatta -neden olmasın- farklı partiler eşzamanlı olarak yer almıştır ve alabilir.

Ben, Türkiye’de birleşik bir milliyetçi ligin kurulabileceğine inananlardanım.

Böylesi bir tasavvurun günümüz şartlarında çoğu insana hayalperest ve ütopyacı gelebileceğinin farkındayım.

Ne var ki orta ve uzun vadede bu tip bir formasyonun getireceği faydaların, ileride zuhur etmesi muhtemel zararlara üstünlük sağlayacağına kaniyim.

Peki, bu lig nasıl ve hangi esaslara dayanarak inşa edilebilir?

İsteyen istediği partiyi kurar. Lider olmak isteyen kendi partisinde lider olsun, şu veya bu sosyal tabana dayanmak isteyen de o tabana dayansın.

Ancak maksat şahıs veya sınıf iktidarı değil de hakikaten topyekûn bir fikrin iktidarı ise, o halde lidersiz, katılımcı tüm partilerin/kuruluşların üst düzey yöneticilerinden teşkil edilecek bir yüksek kurulun yürüteceği partiler arası koordinasyonu temel alan, eylemlerde dayanışmayı ve seçimlerde ortak listeyi savunacak bir yatay organizasyon şematiği içinde böylesi bir lig kurulabilir.

Birleşik bir milliyetçi ligde, Türkçüsü, Turancısı, klasik milliyetçisi, mütedeyyin milliyetçisi, Avrupai milliyetçisi, sosyal-halkçı milliyetçisi, demokrat milliyetçisi – velhasıl bugün Türkiye’deki "milliyetçilik galaksisinde" kendine alan açmayı deneyen partili-partisiz her kökten milliyetçi kendisini ifade imkanına erişebilecektir.

Dahası, Türkiye’de belki tarihte ilk defa "milliyetçi alternatif" için iktidar kapıları aralanabilecektir.

Tabiatıyla bu cüssede bir inisiyatifin öngördüğü ve gerektirdiği bedeller olacaktır.

Nedir bunlar?

Kapsamlı bir nefis tezkiyesi başta olmak üzere feragat şuuru, sorumluluk hissi, asgari müşterekleri savunabilme feraseti, kavgasız diyalog yapabilme olgunluğu, gerçekçilik, her şartta geniş mutabakat arayışı vb.

Zor mu? Zor.

Her şeye rağmen buradan parti ve ideolojik daire içinde eğilim farkı gözetmeksizin Türk milliyetçilerine sormak isterim doğrusu:

Sizce de düşünmeye ve tartışmaya değmez mi?

Kaynak: The Independentturkish