MUHALEFET partisinin 24 Haziran’a bir çatı adayı bularak gitme girişimi sonuç vermedi. Abdullah Gül “Toplumsal mutabakat oluşmadı” diyerek aday olmayacağını açıklayınca başta Saadet Partisi olmak üzere CHP’nin “bir kısmı”nın da aklına yatan girişim akim kaldı. “Kendisini bitirdi” açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla AK Parti cenahında, Gül’ün aday olması ile muhafazakâr çoğunluğun AK Parti siyasetlerinin çatısı altında tahkim edilmesini zorlaştıran bir figür olarak orada sadece oturması arasında bir fark yok. Çünkü Abdullah Gül, eğer aday olsaydı duyacağı hakaretlerin aynısına maruz kalıyor.

Oysa muhtemelen aday olmaktan kaçınmasının altında yatan etken, sosyal linçten çekinmek ve kendisini eski arkadaşlarına karşı siyaset yapar pozisyonda bulmaya ikna edememekti. Lakin ne çare, ismi zikredildiği ve şiddetle reddedilmediği andan itibaren ok yaydan çıkmıştı. Dolayısıyla 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şimdiden sonra iktidarın her yaptığına “He” diyemeyen muhafazakârların, AK Partililerin, dönüp dönüp bakacağı bir odak olarak görülecek ve daha da yıpranması sağlanacak.

Peki neden seçimlerle ilgili olarak bir çatı aday fikri bu kadar önem kazandı? Çünkü AK Parti başından beri “muhafazakâr, yerli, milli” ve bunların karşıtları şeklinde toplumsal bir ayrım olduğunu düşünüyor. Böyle bir ayrım hem seçimlerde sayısal olarak Cumhur İttifakı (ve benzeri) bloka avantaj hem de yapılan politikalara rıza gösterecek kitlelerin homojen kalmasını sağlıyor.

Bu sayısal avantajı sadece diğer kampın, tahkim ettiği kıtanın ötesinde karşı kamptan da oy devşirmeyi başarabilecek politikaları bozabilirdi. Yani ismi, her iki kampta da az-çok güven oluşturan bir isim. Çatı adayı için isim arayışındaki kriter bu nedenle, “İkinci tura kalabilecek kadar güçlü olsun” ve “İkinci tura kalındığında ise sadece % 49’luk ‘Hayır’ oyunu toparlamakla kalmasın, fazladan 2 puan daha getirsin” düşüncesiydi.

Şimdi ilk tura her parti kendi adayıyla gittiğine göre Cumhur İttifakı büyük olasılıkla ilk turda başarılı olacak. Diyelim ki olmadı, ikinci tura kalındı. CHP’nin muhayyel adayı zikredildiği kadar “üstün” nitelikleri haiz ise Erdoğan’dan sonraki ikinci aday Akşener’in beklediği gibi kendisi değil, CHP’nin adayı olur. Sonuçta CHP’nin adayı olduğu için, aklı AK Parti politikalarına yatmayan kişiler aynı zamanda rövanşist bir iktidar dönüşümünde arada harcanmaktan da korktukları için CHP’li, CHP’den gelen bir adaya oy verme eğiliminde olmazlar. Zira CHP’de Gül ismine bu denli tepki verenlerin olması, CHP’de rövanşizm damarının hâlâ diri olduğu şeklinde okundu. Hüsnü Bozkurt’un referandum kampanyası sırasında sarf ettiği “Evetçileri denize dökme” teklifi de unutulmuş değildi.

Seçimin sonucunu şimdiden ilan etme gafletine düçar olacak değilim ama görünen köy kılavuz istemiyor. Görünen köy, yani düz matematik ve sosyoloji okuması. 24 Haziran’da sandıktan Cumhurbaşkanı olarak çıkacak kişi % 85 Erdoğan.

*********** 

O ALKIŞA DİKKAT ETMEK GEREKİR


TEMEL Karamollaoğlu’nun 24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğunu açıkladığı sahneden bir enstantane... Karamollaoğlu “Söz veriyorum” diyor. “Bizim yönetimimizde yolsuzluğa, yağmaya, yandaşlığa, yalakalığa, yasağa hiçbir zaman yer olmayacaktır.” Sözlerinin “yandaşlığa, yalakalığa...” kısmında salondan alkış ve ıslık tufanı geliyor. Orada Saadet Partisi’nin üyelerinin olması benzer bir hissiyatın siyaseti iyi takip eden AK Partililerde de daha doğrusu İslami kamuoyunda da olduğu gerçeğini değiştirmiyor çünkü.

Onlar AK Parti’ye oy veriyor, pek çok sorunu Recep Tayyip Erdoğan’a duyduğu sevgiden ötürü mazur görebiliyor, yasakları “15 Temmuz gibi bir hadiseden sonra hükümet bir dönem sertleşmeye mecbur” diyerek bir yere kadar anlayabiliyor, yolsuzluk iddialarını içleri kaldırmasa da “Her dönemde vardı” parantezine alıyor ama Erdoğan’ın etrafına demirden bent olan, eleştirel perspektifle bağını kesen yalaka öbekleşmesini hazmedemiyor. Ben AK Parti kurmaylarının yerinde olsam bu sahneye dikkat ederdim.