Değerli dostlar, bugün de sizleri bir HAN’a götüreceğim…

Hani burası öyle, her yolcunun gelip konaklayacağı, yemeğini yiyip kahvesini yudumlayacağı, yatıp uyuyacağı HAN değil…

Burası;

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE diye haykıranların;

SEVDAMIZ TÜRKİYE diyenlerin;

TÜRKİYE VE TÜRKLÜK MEŞALESİ’ni yakanların;

DEMOKRASİ AŞIKLARI’nın;

MARKSİST şair ve yazarların;

Tabutluklara tıkıldığı HAN!..

Burası;

SANSARYAN HAN…

Eminönü’nde, Sirkeci’den Yeni Cami’ye doğru giderken sağ kolunuzun üzerinde Bisikletçiler Çarşısı’na doğru giden Mimar Kemalettin Caddesi var, hah işte hemen solunuzdaki büyük binanın adıdır SANSARYAN HAN...

Binanın kime ait olduğu önemli değil. Şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü birilerine kiraya vermiş bu HAN’ı...

Her gün on binlerce insan gelip geçer yanından ama kimse bu HAN’ın kimleri ağırladığını bilmez...

Ben bir ışık tutayım dedim ve sizler için araştırdım...

Belki bin defa gördüğüm bu binayı sizin için fotoğrafladım...

Tabii ki içine giremedim, çünkü şu anda kapalı ve restore ediliyor...

Peki nedir bu HAN’ın özelliği?..

YIL 1944...

Türkçülük ve Marksist düşünce ateşinin yakıldığı yıllar...

O yıllarda tehlikeli görüştür Türkçülük ve Marksist düşünce...

Toplatılmasına karar verilir bir bir o dönemin sağcı ve solcu aydınları...

Konaklayacakları yer SİRKECİ’deki İstanbul Emniyet Müdürlüğü yani SANSARYAN HAN...

Zemin katındaki mahzenlerinde hücreler...

Ayak ucundan akan lağım ve bacaklarına doğru seni tırmalayan fareler...

Kan ve idrar kokusu sinen taş zemin ve duvarlar...

Tavanlarında insan çığlıkları...

Ne yatak var, ne oturacak bir şey, bir insanın ayakta durabileceği şekilde hücreler...

Ya o meşhur en üst kat...

Hani pencerelerinden intihar süsü verilerek atılan insanların TABUTLUKLARIN olduğu kat...

Oğuz Reha Türkkan’ın deyimiyle “Mutena Oda”ların olduğu bölüm...

2 metre yükseklikte, 50 santim eninde…

Tepende Almanya’dan beyni adeta yakan ve baş ağrısından çıldırtan bir lamba...

Eller tavana askıda...

Bir müddet sonra ayakta kalmak mümkün değil...

Otursan oturamazsın, çöksen çökemezsin...

Erkeklik organına verilen elektrik...

Joplar, falakalar...

Askıya almalar...

Tırnak sökmeler...

Peki kimler geldi geçti bu İŞKENCEHAN’dan?..

Kimler yok ki...

Başta 3 Mayıs Türkçülük Davası’nın bir numaralı ismi Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Reha Oğuz Türkkan...

Başka...

Marksist şair ve yazarlar...

Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Aziz Nesin, Attila İlhan, Mihri Belli, Ahmet Arif, Ruhi Su...

En ağır işkencelerden geçerler bir bir...

Alparslan Türkeş’in tırnağını sökmek ister bir işkenceci polis...

Kerpetenle asılınca kan fışkırır... O anda bir başka polis, ‘O asker, sonra başımıza iş alırız’ diyerek korkarlar ve Başbuğ’un tırnağını sökmekten vazgeçerler...

Nazım Hikmet şiirlerine döker SANSARYAN HAN’ı, Ruhi Su da kan kokan duvarlarda yankılanan türkülere...

Şöyle der Emniyet Müdürü adlı şiirinde Nazım Hikmet;

Güneş bir yara gibi açılmış gökte

akıyor kanı...

Uçak alanı...

Karşılayıcılar, eller göbekte:

coplar, cipler...

hapisane duvarları, karakollar

ve darağaçlarında sallanan ipler...

ve siviller göze görünmez

ve bir çocuk işkenceye dayanamadı

attı kendini Emniyet'te üçüncü kattan.

Ve işte Emniyet Müdürü bey

Uçaktan iniyorlar

Amerika'dan dönüyorlar

Mesleki tetkikattan.

İncelediler uyku uyutmamak usullerini

ve memnun kaldılar pek

hayalara bağlanan elektrottan

ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek

açıkladılar faydalarını

koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın

boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.

Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar

Amerika'dan dönüyorlar

ve coplar cipler

ve darağaçlarında sallanan ipler

üstat döndü diye seviniyorlar...

Ruhi Su da hücreden hücreye seslenir işkence altındayken...

Mahsus Mahal derler, kaldım zindanda

Kalırım kalırım, dostlar yandadır

İki elleri kızıl kandadır kanda

Ölürüm ölürüm kardeş, aklım sendedir...

Artar eksilmeyiz, zindanlarında

Kolay değil derdin, ucu derinde

Kumhan Irmağı’nda, Karaburun’da

Bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır...

Dirliğim düzenim, dermanım canım

Solum sol tarafım, imânım dinim

Benim beyaz unum, ak güvercinim

Bilirim bilirim kardeş, gelen gündedir...

Eveeeet, değerli dostlar...

Şu anda TABUTLUKLAR’ın, İŞKENCEHAN’ın yani SANSARYAN HAN’ın kapısında demir parmaklık var ve giriş yok...

İnsanlara işkencenin en korkuncunu yapabilirsiniz, insanlık onurunu ayaklar altına alabilirsiniz...

Ancak onlar hep başları dik, alınları ak yaşadılar...

Siz işkenceciler; ölünceye kadar kabusunuz oldu o çığlıklar, o feryatlar...

Şu güvercin var ya şu güvercin, hani şu aşağıda fotoğraflayabildiğim kadarıyla demir parmaklıklar arkasında yuva yapıp yavrulayan güvercinler; onlar işkencecilerin işkencelerine, zalimin zulmüne inat ısrarla;

SEVGİ diyorlar...

Ders alır mıyız?..

Bilmem...

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler...

Selamlar, sevgiler...