Değerli dostlar;

Hani geçen hafta Topkapı Surlarına çıkmıştık da, sizlere "Eyvah eyvaah!.. Tarihi Topkapı Surları'nda neler gördü bu gözler neleeer!" başlığıyla şahit olduğumuz ahlaksızlığı anlatmıştık ya...

Hani bugün için de;

"Sultanahmet'ten, Ayasofya'dan Gülhane'ye...

Duraklayacağız Topkapı Sarayı'nın dış bahçesi olan Gülhane'de...

Bakalım nelere şahit olacağız...

Oradan daaa...

Taaaa Bizans'tan, Osmanlı'ya binlerce asker, eşkıya, hırsız, namussuz, paşa, şair, cariye, saraylı, masum bebeğin denize atıldığı Sarayburnu'na gideceğim...

Anlat diyeceğim, anlat bakalım şu yaşadıklarını...

Bakalım sarayın arka bahçesi bize ne anlatacak...

Sarayburnu'ndan feryatlar yükselecek mi?..

Nelere şahit olacağız?..

Haftaya cumartesi ola hayrola... " demiştim ya...

Eveeeet!..

Değerli dostlar; gittim, gördüm, yazdım ve sizin takdirinize sunuyorum...

***

Sultanahmet Meydanı...

Bütüüün dünyanın gözbebeği...

İstanbul denilince turistin ilk aklına gelen yer...

Şimdi ağırlıklı olarak Suriyelilere terkedilmenin hüznünü yaşıyor...

Şöyle bir tur attım...

İbadete açılan Ayasofya'yı gezip dua ettim...

Sonraaaa;

Gülhane'ye doğru yürüyüş başladı...

Saat 14.30 - 15.00 civarı...

İnanın sanki tek Türk benmişim gibi geldi bana...

Sağım-solum arap dolu...

Zaten, dükkanlar, kafeler hepsi arapça yazılı...

Neyse efendim, girdim tarihi Gülhane kapısından içeri...

Ulu çınarların altından geçip hemen yukarı yani Arkeoloji Müzesi'nin Gülhane'ye bakan duvarlarına yöneldim...

Nereye gidiyorum...

Kaplumbağa Terbiyecisi'ne...

Osman Hamdi Bey'e...

Hani Türk resim sanatı denince ilk akla gelen büyük ustanın yanına...

Hani; ilk Türk müzesini kuran, Mimar Sinan Üniversitesi'nin altyapısını oluşturan arkeolog, müzeci, ressam, devlet adamı büyük ustanın yanına...

Aşağıda fotoğrafını göreceksiniz...

Osman Hamdi Bey'in atölye olarak kullandığı Çinili Köşk'ün Gülhane'ye bakan yüzü...

Giriş tarafı Arkeoloji Müzesi'nin içinden...

Mükemmel bir yapı...

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet'in yaptırdığı ilk saray...

Ben, Gülhane'ye bakan tarafındayım...

Burası 1906 yılında Osman Hamdi Bey'in aynı zamanda atölyesi...

Tam olarak bilinmese de rivayet odur ki, Osman Hamdi Bey, hani tüm dünyanın hayran olduğu müthiş bir resim eseri var ya; "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı...

Şu aşağıda gördüğünüz bugünkü değeri sanırım 30-40 milyon liradan aşağı değildir...

Hah işte o güzelim sanat eseri, burada yapılır...

Hikayesi farklı farklı anlatılsa da genelde anafikir aynıdır...

Osman Hamdi Bey, ne anlatmak istemiş Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserinde, onu sonra açıklayacağım...

Buraya şimdilik nokta koyalım...

***

Değerli dostlar;

Önce sırayla aşağıdaki fotoğrafları iyi inceleyin...

Ne görüyorsunuz?..

Bazı fotoğrafları işaretledim...

Bakın, karşıdaki o muhteşem yapı Fatih Sultan Mehmet'in yaptırdığı bir bina...

Daha sonra da Osman Hamdi Bey'in sanat atölyesi...

Peki bakın işaratli fotoda ne görüyorsunuz?..

Geçen hafta İstanbul kara surlarında gördüğümün bir başka versiyonunu...

İki kız sarmaş dolaş...

ÇİNİLİ KÖŞK- Fethin hemen sonrasında Fatih Sultan Mehmet'in yaptırdığı köşk... İşaretli yere dikkat... İki kız, dakikalarca, öpüşüp koklaştılar... Kaplumbağa Terbiyecisi eseriyle Osman Hamdi Bey, sanırım çok güzel anlatıyor şu tabloyu...

Ben utanıyorum, ama gördüğümü de yazmalıyım...

Öpüşmeler, koklaşmalar, oynaşmalar...

Dünya umurlarında değil...

Hemen yanı başlarında oyun parkı ve küçük çocuklar var...

Binanın fotoğrafını çekiyorum...

Bana sonunda kızlardan biri, el kol işareti yapınca yavaş yavaş yol aldım...

Korktum, çünkü iftira kötü bir şey...

İftira atmak ise günümüzde çok kolay...

Masum da olsan, "sapık" diye bir bağırsa sen yandın...

Hadi kendini akla, nasıl aklayacaksan...

Yürü vatandaş Halis yürü!..

Daha neler göreceksin bakalım!..

Topkapı Sarayı'nın Gülhane'ye bakan duvarlarının yanından yürümeye devam...

Bakın aşağıda bir fotoğraf daha var...

SARAYIN DUVARI DİBİNDE- Hani dedim ya, "Bu gözler neler gördü neleeer" diye... İşte onlardan biri daha... 10'ar metre arayla 3 banka dikkat... Bu kişilerin yanlarından geçtim, o kadar kendilerinden geçmişler ki beni farketmediler bile. Hemen duvarın dibinde çınarın arkasında da birileri var...

Yanlarından geçtim hiç oralı bile olmadılar...

Banklarda öpüşenler, sevişenler...

10'ar metre arayla konulan banklarda uzaktan fotoğrafını çektiğim 3 çift...

İnsan ister istemez çekiniyor tabi...

Çünkü ortalık it-kopuk dolu...

Oradan yavaş yavaş sıvıştım...

Gülhane'nin Sarayburnu çıkışından indim sahile...

Sarayburnu'na...

Önce feryatları duyar mıyım diye dinledim...

Bizans'ın öldürüp denize attıklarının feryadını...

Sonra Osmanlı'nın sarayda öldürdüklerinin feryadını...

Hamile cariyeler...

Yeni doğan bebekler...

Gözdeler...

Köleler...

Asiler...

Masumlar...

Kafası kesilenler...

Bellerine taş bağlanıp diri diri denize atılanlar...

Paşalar...

Askerler...

Ağalar...

Hepsi, hepsi saray mensubu...

Hele bir de şair var ki namı hala dillerde...

Birinci Ahmet, Genç Osman, Birinci Mustafa ve Dördünü Murat'ın padişahlığı döneminde sarayın has adamı, büyük hiciv ustası Şair Nefi...

Hani, şiirlerinde önce öven sonra söven şair Nefi...

Dili belasına boğdurulan ve Sarayburnu'ndan denize atılan Nefi...

Şu dünyada bir mezarı bile olmayan Nefi...

(Değerli dostlar Nefi'yi de en kısa zamanda yazacağım)

Feryatlarını duymak isteyen duyar tabi...

Duyduk içimiz parça parça...

Ammmaaaaa...

Gel gör ki o feryatları sanırım orada sadece ben duydum...

Sarayburnu'nda gördüğüm manzara şu?..

Balıkçılar...

Şarapçılar...

Alemciler...

Bir deeee!..

Eveeet...

Fotoğrafı aşağıda...

Büyük büyük taşların arasına girip sevişenleeer, öpüşenleeeeer!..

***

Değerli dostlar;

Dönüyoruz biraz yukarıda noktayı koyduğumuz yere...

Yani Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserinde ne anlattığına...

Önce ben bütüüüün bu manzarayı gördükten sonra Osman Hamdi Bey'e öfkeyle bağırdım;

"Kaplumbağa terbiye edeceğine yanıbaşındakileri terbiye etsene" diye...

Duymuş olacak ki, şöyle fısıldadı kulağıma;

"Terbiye edilmesi imkânsız olan kaplumbağaları tercih etmemin sebebi, insanları değiştirmeye ve eğitmeye güç yetiremediğimdendir... Belim iki kat oldu... Artık yoruldum..."

Anladınız değil mi?..

Eveeeet;

Şimdi bu kardeşiniz iki günlük şöyle bir İstanbul turunda gördüklerini sizlerin takdirine bıraktı...

Ben ahlak zabıtalığı yapmadım...

Sadece görünen ahlaki fakirliği gözler önüne serdim...

Haaa!..

Şunu diyebilirsiniz?..

"Kardeşim, parklarda öpüşmek, sevişmek ahlaksızlık mı?.."

Siz değil diyorsanız, değildir...

Ancaaaaaak!..

Tablo hiç de güzel değil...

Ahlaksızlık bir milleti çürütür...

Çürüyen toplumlar da bir daha iflah olmaaaz...

Sağlıklı günler vatandaş Halis Güler...