2000 yılından bu yana özelleştirme programında yer alan ve dolayısıyla motivasyonu kırılan şeker fabrikaları birer birer özelleştirilmeye başlandı.

Bor, Çorum, Kırşehir, Yozgat, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kastamonu, Turhal, Afyon, Alpullu, Burdur, Elbistan ve Muş şeker fabrikaları zarar ettikleri öne sürülerek elden çıkarılacak.
Ancak fabrikaları özelleştiren devlet yetkililerinin de bildiği çok önemli bir gerçek var ki; bu da şekerin çok stratejik bir alan olduğu ve bu özelleştirmelerin yakın vadede şeker ithalatına sebep olacağı ve bu ithalat ihtiyacının nişasta bazlı şeker ile kapatılacağı...

Bu fabrikaların kar edecek şekilde yapılandırılarak, üretime devam edecekleri söylemi ise koskoca bir yanlış çünkü aynı söylemle özelleştirilen Tokat Sigarası Fabrikası, satıldıktan bir yıl sonra kapanmak zorunda kalmıştı.

Şeker fabrikalarının ne kadar önemli olduğunu söyleyen ise yalnız bizler değiliz. Maliye Bakanı Naci Ağbal da 20 Eylül 2016’da yaptığı açıklamada, "Şeker sektörünün özelleştirilmesi, özelleştirme programında olan birçok şirketin özelleştirilmesinden çok farklı. Benim kanaatim bu... Yani TÜPRAŞ'ı özelleştirebilirsiniz, orada bir şirket var. Mega bir üretim fabrika ortamı var. Onun altında tarım üreticisi yok. Türk Telekom'u özelleştirebilirsiniz ama iş, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine geldi mi bu konuyu 40 kere düşünmemiz lazım"  diyerek, şeker fabrikalarının hassasiyetine vurgu yapmıştı.
Naci Ağbal’ın vurgu yaptığı “alt üreciler” ise şeker fabrikaları söz konusu olduğunda 250 bin ailenin geçimini sağladığı bir alana dönüşüyor.
Yani aslında özelleştirilen birkaç fabrika değil; milyonlarca insanı ve Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiren stratejik bir saha.
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök ise Özelleştirilen 14 fabrikanın, 9’unun kapatılmasının kaçınılmaz olduğunu ve gelecekte "Şeker pancarı fazla su tüketiyor" argümanıyla şeker pancarının Türkiye’de tamamen bitirileceğini söylüyor! 
Nişasta bazlı şekerin ithalat oranlarını azaltabilecek/arttırabilecek yetkiye sahip olan bakanlar kurulunun bu zamana kadar, yetkisini ithalatı arttırmak için kullanması da gelecekte hem sağlığımızda kalıcı hasarlar oluşması hem de şekerde tamamen ithalatçı olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağımızın bir ispatı gibi.
Fabrikaların zarar ettiği ise kesinlikle satılmaları için haklı bir gerekçe değil. Türkiye, şeker pancarı için oldukça elverişli bir coğrafyaya sahip ve AB/ABD örneğinde olduğu gibi kooperatifler aracılığı ile devlet-özel sektör-çalışan işbirliği içerisinde yalnız şeker alanında değil, tarımın her alanında mucizeler yaratabilecek bir potansiyelimiz var.
Burada amaçlanan Türk çiftçisinin zor duruma düşmesi ve ithalat yoluyla başka ülke çiftçilerinin ve nişasta bazlı şeker lobilerinin zengin edilmesi değil ise bu özelleştirmelerden derhal vazgeçilmeli ve tarım ihracatında lider ülkelerin uyguladığı, yukarıda değindiğimiz model, Türkiye’de de tesis edilmeli.

Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu’nun özelleştirilmesinin ardından, dünya ülkelerinden et alarak, yabancı et üreticilerini zengin ettiğimiz ve bugün oluşturulan stratejilere, verilen teşviklere rağmen hayvancılığımızı bir türlü toparlayamadığımız da ortadayken, maalesef şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde yerli ve milli bir unsur bulmak imkansızdır.
Sonuç olarak: Açık ve net bir şekilde, bu fabrikaların özelleştirilmesi hem Türkiye’yi ithalatçı konumuna getirecek, hem halk sağlığı üzerinde büyük sorunlar yaratacak, hem de bu işten direkt ve dolaylı olarak geçimini sağlayan 5 milyondan fazla insanı olumsuz etkileyecektir.
Özelde bu fabrikaların zarar ettiği ve genel anlamda devlete ait işletmelerin çiftliğe dönüştüğü ise sığınılabilecek bir bahane değildir; zira bunun çözümünü dünya ülkeleri çoktan bulmuşlardır ve dünyada uygulanan sistemin bizde de uygulanmaması için hiçbir sebep yoktur.