Doğruluğu tartışılır; ama çok sık anlatılan bir hikaye vardır: 1960 İhtilalinden sonra, askerler ve ODTÜ hocaları bir toplantı yaparlar.

Hocalardan biri "Türk Lirasının değerini düşürmeliyiz" der. Arkasından bir komutan söze girer ve "Hoca, bize kimse paramızın değerini düşürtemez" der.

Dediğim gibi bu anının doğruluğu tartışılır ancak ülkemizde söz konusu meseleye bu şekilde bakıldığı da bir gerçektir.

Kur savaşları meselesini son yıllarda duymayanımız kalmamıştır. Nedir kur savaşı?

Şudur: Çin, parasının değerini düşürüyor ve böylece ülkeye yatırımcı çekmeye çalışıyor, ABD ise buna itiraz ediyor.

Bizde ise çok yanlış iki algı var.

Birincisi, ekonominin sadece dolar kuruna endekslenmiş olması. Yani dolar yükseliyorsa ekonomi kötü, dolar düştüğünde ekonomi iyi sanıyoruz. Oysa ekonominin ana direği üretim ve istihdamdır. Her şey üretimin üzerinde yükselir.

İkinci yanlış algı ise doların yükselmesine mesafeli olmamız, TL'nin değeri düştüğü an büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığımızı düşünmemiz. İşte bunu açmalıyız.

Öncelikle belirtmeliyiz ki düşük kur politikası Türkiye'ye yıllarca dayatılan bir yoldur. Düşük kur demek, ithalatın artması demektir zira eldeki yerel para güçlü olduğu için üretim maliyeti, ithalat maliyetinden fazladır. Aynı Türkiye örneğinde olduğu gibi üretim durur ve ülke ithal malı cenneti olur. Son 20 yıldır Çin, bu sayede ülkemizin pazarını ele geçirmiş, her yerde "Ne alırsan 1 lira" dükkanları açılmıştır.

Oysa kurun kendi değerinde olması ülkede üretimin güçlenmesi ve ihracatın kazanç getirmesi bakımından önemlidir.

2002 yılından bu yana enflasyon yüzde 400'den fazla artmıştır. Aynı yıl dolar kuru ortalaması ise 1,5 liradır. Sadece enflasyon artışı baz alındığında bile bugün ülkemiz de dolar kurunun 7 liradan fazla olması gerekmektedir. Bunun üzerine artan jeopolitik riskleri ve korona virüsü salgını gibi insani felaketleri de koyduğumuzda doların 8 liralarda olması gerekmektedir.

Kamuoyundaki yanlış algıya yenik düşen ekonomi yönetimi ise doları baskılayabilmek için Merkez Bankası rezervlerini sürekli piyasaya sürmektedir ve bu adı konmamış sabit kur rejimi bu açıdan da Türkiye'nin zararına olmaktadır.

Burada şu soru sorulacaktır: Bizim ithalatımız dövize bağlı ve biz ithalata muhtacız.

Cevap vermek gerekirse; bizim ithalatımız büyük ölçüde enerjiye dayanmaktadır ve dünya enerji fiyatları dibi görmüştür. Burada yapılması gereken, söz konusu ülkelerle (İran, Azerbaycan, Rusya) yeni sözleşmeler imzalayabilmektir.

Türkiye sadece son 10 yılda 300 milyar dolar petro kimya ürünü ithal etmiştir. Petkim bu haliyle petro kimya ihtiyacının yüzde 20'sini karşılamaktadır. Bu 300 milyar doların sadece dörtte biri ile 4 Petkim daha inşa edebilirdik.

Yani Türkiye'nin ithalatı kontrol altına alınabilir bir ithalattır ve döviz kurunun serbest bırakılmasına paralel olarak bir ithalatı önleme stratejisi ile bu anlamda da zarardan kurtulmamız mümkün olabilir.

Sonuç olarak: Türkiye üretecekse ve dünya ile rekabet edecekse bu ihracatla olacaktır ve ihracatın tutunabilmesi için, yerel paranın yani bizim için Türk Lirasının değerinin az olması gerekmektedir.

Yukarıda da belirttiğim gibi düşük kur politikası Türkiye'den alacağı olan ülkelerin bize bir dayatmasıdır. Yani bizim için değil, borç aldığımız kurumlar için hayırlıdır.

Aynı zamanda ithalat demek, cari açık demektir. Sürekli duyduğumuz ve "Cari açık yine açık vermiş" dediğimiz ithalat-ihracat dengesi de düşük kur politikası ile kapatılamaz.

Yine ekonominin bir gerçeğidir ki cari açık, kanserli bir hücre gibidir ve o iktisadi bünyede yer ettikçe karşılığı borçlanmak ve dolayısıyla bu borç için yüksek faizler ödemektir.

"Dolar yükseldi, batıyoruz" düşüncesi bir öcüdür ve bizim ivedilikle bu öcüden kurtulmamız gerekmektedir.

(Devam edecek)