Değerli dostlar;

Gelin bugünü anlamak için 1900'lü yılların başlarına gidelim...

Benim memleketime...

Yiğidin harman olduğu yere...

Binlerce yıllık Türk şehrine...

Türk beyliklerine başkentlik yapmış tarihi şehre...

Selçuklu Devleti'nin gözde vilayetine...

Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yere...

Yüreği Türk...

Özü Türk...

Sözü Türk...

Sazı Türk...

Aşıklar diyarı...

Ozanlar yurdu...

Arada bir çürükler çıksa da;

Taaaa Hititlerden bu yana Türk oğlu Türk'ün ata yurduna...

Sultan şehir Sivas'a gidelim...

Çıkalım kalesine,

Hani Türkümüz de var ya;

"Sen Sivas'ı seyret...

Yar ben de seni..." diye...

Hah...

Dilimizde bu türkü, seyreyleyelim Çifte Minare'yi, Gök Medrese'yi, Buruciye'yi, Kongre binasını...

Geçelim asıl yiğitler diyarı ilçesine...

Dünyada eşine ender rastlanan balığı, cilt üzerine birçok derde deva Balıklı Kaplıcası ile meşhuuur...

Koyunu ile meşhuuur...

Özellikle de dünyaya nam salan çoban köpeğiyle meşhuuur...

Kangal'a gidelim...

Kangal...

18 yaşıma kadar her karış toprağında ayak izimin olduğu baba ocağı...

Doğup büyüdüğüm...

Tozunu, toprağını yuttuğum...

Ayazında, kar'ında, kışında üşüdüğüm...

Höllüğünde belendiğim Kangal...

Buz gibi kaynak suyunu içtiğim...

Ekinini, buğdayını biçtiğim...

Harmanını savurduğum Kangal...

Irmağında çimdiğim...

Malını, davarını yaydığım...

Çayırında oynadığım Kangal...

Yemliği ile karnımı doyurduğum...

Madımağı ile oynadığım...

Mantarını topladığım Kangal...

Eşe-dosta selam verelim...

Babaya, emmiye dua edelim...

Tüm ahirete irtihal eden canlara rahmet dileyelim...

Veeeee;

Oradan da ver elini Örencik köyüne...

Çok değerli can hemşerilerimin olduğu köye...

Baba köyüne...

Gitmesek de, görmesek de...

O köy bizim köyümüz...

Dede Sarıkamış'ta şehit...

Babaanneye ve tüüüm vefat eden baba dostlarına dua edelim...

Sonraaaa;

Çıkalım Deliktaş köyüne...

İşte asıl hikayemiz deeee burada başlıyor...

Deliktaş köyünde...

1900'lerin başları...

Osmanlı, imparatorluktan ufaldıkça ufalmış, perişan mı perişan...

Saray şaşalı hayat sürüyor ammmma;

Halk, özellikle Anadolu'da yoksullukla pençeleşiyor...

Erkeklerinin çoğu cephelerde...

Köyler boşalmış, tarımı, hayvancılığı kadınlar, eli silah tutamayan yaşlılar ve çocuklar yapıyor...

İşte öyle bir dönem...

Kafir düşman her yeri işgal etmiş...

Düşünün işte benim dedem cepheden cepheye koşmuş yıllarca...

Babam 1897 doğumlu ama babasını doğru dürüst görememiş...

En son da Şark Cephesinde şehit oldu demişler babaanneme...

Sarıkamış'ta donanların içinde mi?..

Meçhul...

Demişler ki; Büyük Mehmet Oğlu Mehmet şehit oldu...

Nur içinde yatsın...

Böyle milyonlarca Türk evladı vatan için düşmüş toprağa o yıllarda...

Biz gelelim konumuza...

Hani dedik ya;

Aşıklar diyarı diye...

İşte onlardan birine geldik bugün misafir olarak...

Aşık Ruhsati'ye...

Ruhsati Baba'ya...

Deliktaşlı Aşık Ruhsati'ye...

Efendiiim;

Değerli dostlar;

1835 doğumlu Ruhsati Baba artık ihtiyar...

70 yaşlarında falan...

Köyün eli silah tutan ne kadar erkeği varsa hepsi vatan savunmasında...

Tüm Anadolu'da olduğu gibi Deliktaş köyü de kadınlara, yaşlılara ve çocuklara kalmış...

Ruhsati Baba zaten büyük acılar çekmiş, hep geçim sıkıntısı içinde yaşamış, Deliktaş’ta azeblik, çobanlık, amelelik, su bekçiliği ve duvarcılık yaparak geçimini sağlamaya çalışmış...

Zaman zaman şiirlerinde o zamanki düzene isyan ederek;

“Şevketlüm bir defa tebdil kıyafet,

Gezmek vecîbe-i zimmetinizdir.

Memleketin bir tutarı kalmadı,

Düzmek vecîbe-i zimmetinizdir..."

dörtlüğüyle başlayan şiirinde devlet yönetimini kötülediği için bir süre hapsedilmiş bile...

İşte böyle bir ortamda o fakir, garip, yaşlı Ruhsati ekinini biçmiş, harmanını savurmuş, buğdayını ambara doldurmuş...

O zamanlar da aynı şimdiki gibi sahtekarlar, kansızlar, savaş kaçkınları, vurguncular, talancılar, fırsatı ganimet bilen, milletin malını mülkünü yok pahasına alan, fakir halkı sömüren kılıç artıkları, sahtekar tacirler varmış...

İşte onlardan biri de Seyit Efendi denilen günümüzün sülüklerine, milletin anasına söven bir tacir varmış...

İşte bu Seyit Efendi gibi haramzadeler, köy köy dolaşır, fakir ahalinin elinde, avucunda, ambarında ne var ne yok üç kuruşa alırmış...

Deliktaş'a da gelmiş bu Seyit Efendi denilen o günün haramisi...

Gariban köylünün bütün buğdayını yok pahasına almış...

Sıra Ruhsati Baba'ya gelmiş...

Baba ihtiyar...

Seyit Efendi'ye, "Ben yaşlı adamın biriyim. Kendiniz ölçün, tartın alın" demiş...

Ölçmüşler, tartmışlar, ambarı boşaltmışlar, Ruhsati Baba'nın eline üç-beş kuruş koyup gitmişler...

Aradan birkaç gün geçmiş, Seyit Efendi ve adamları gelmiş köye...

Ruhsati Baba'ya demişler ki; "Sen bize eksik buğday verdin. Biz sana fazla para verdik. Şu kadar çuval daha buğday vereceksin..."

Ruhsati Baba ihtiyar garibim...

Bakmış iş kötüye gidiyor, bir destan söylemiş Ruhsati Baba bakalım ne söylemiş;

Sana bir destan söyleyim,

Yaşasın Seyit Efendi,

İntizar etmeğe kıyamam,

Şişesin Seyit Efendi...

Ölçtün özeni özeni,

Sen bana ettin düzeni,

Yerin katran kazanı,

Pişesin Seyit Efendi...

Düştüm de geldim izine,

Parmağım patlak gözüne,

Kasap itleri yüzüne,

İşesin Seyit Efendi...

Babanı katmam sayıya,

Özünü benzettim ayıya,

Kendi eştiğin kuyuya,

Düşesin Seyit Efendi...

Ruhsati'yi buldun söngün,

Bir kaz bulup yoldun engin,

Şeytanlıkta yoktur dengin,

Poşasın Seyit Efendi...

İşte böyle değerli dostlar...

1911 yılında hakkın rahmetine kavuşan Ruhsati Baba'nın 1900'lü yılların başında yaşadığı bu olayı günümüzde de aynen yaşıyor muyuz?..

Yaşıyoruz...

Hırsızımız var mı?..

Hem de ne kadar çok...

Arsız, namussuz, düzenbaz var mı?..

Olmaz mı, binlerce...

Ahalinin sırtından inmeyen haramzadeler, ölü soyucular, diri soyucular...

Vurguncular...

Talancılar...

Soyguncular...

Yalancılar...

Fırsatçılar...

Tacirler...

Haramiler...

Ne ararsanız var...

Eveeeet...

Benden bu kadar değerli dostlar...

Ruhsati Baba'nın yaşadıklarından ders çıkarmak ümidiyle...