CiddiGazete- Ülkücü camianın tanınan isimlerinden Hakkı Şafak Ses, THY'nin Sky Life dergisinde yer alan bir röportajı ve "şeyh" Nazım Kıbrısi ile diyaloğunu kaleme aldı.

Ses'in "9 Eylül, Elizabeth ve Şeyh Kıbrısi" başlıklı yazısı şöyle:

Yıllar önce bir gün Ankara'dan İstanbul'a uçakla giderken THY'nın aylık dergisi Sky Life'taki bir röportaja takıldı gözüm.

Şeyh Nazım Kıbrısi ile özel yapılmış uzun bir röportaj vardı. Şöyle bir göz attım. Okumaya niyetim yoktu. Fakat resimleri görünce okumaya karar verdim. Resimlerden birinde Şeyh Nazım Kıbrısi, diğerinde Prens Charles vardı.

Kıbrısi, kraliyet ailesini öve öve bitiremiyor, sonunda da bombayı patlatıyordu:

"Prens Charles seyittir ve sünnetli doğmuştur. Kraliyet ailesi gizi müslümandır ve soyları peygamberimize dayanır."

Okur okumaz;

"Aşağılık soytarı, işbirlikçi münafık" sözleri bir anda ağzımdan çıktı.

İngilizin, tarikat-cemaat işbirliği ve tarihi geçmişini çok iyi öğrenmiştik Atsız ve Türkeş sayesinde!..

İkisine de rahmet olsun!..

Sonra bir an düşündüm. Acaba ağır bir hakaret ve suçlama mı yapmıştım?..

"Gizli olanı ve niyeti Allah bilir. Biz açık ve net olan söze bakarız. Cevabımız söylediği sözedir" diyerek kendimi rahatlattım.

Bir yıl kadar sonra Manisa'da olduğum bir gün doktor bir arkadaşım aradı.

"Neredesin?" dedi.

"Salihli'de tesisteyim" dedim.

"Akşam bize gel. Şeyh Nazım bizim eve gelecek. Sohbet var" dedi.

Bir an şaşıdım.

"Senin Şeyh Nazım ile ne işin var? Senin şeyhin, tarikatın başka değil mi?" dedim.

"Boşver şimdi bu soruları. Sen gel. Anlatırım sana neden geldiğini" dedi.

"Bakarız" dedim, telefonu kapattım.

Bir an düşündüm.

THY Sky Life'taki röportaj aklıma geldi.

Bu röportajı ve onun için düşündüğümü yüzüne söylemek ve işin aslını ona sormak doğru olur diyerek gitmeye karar verdim.

Akşam biraz geciktim.

Arkadaşımın evine geldiğimde onlar sohbete başlayalı bir saati geçmiş.

Kapıyı kızı açtı.

"Hoş geldin Hakkı amca. Babamlar salonda. Biz hanımlar yukarıdayız. Siz salona geçin" dedi.

"Tamam" dedim.

Her zaman gelip gittiğim için evin yabancısı değildim. Salonun kapısını açtığımda bir an şaşırdım.

Gördüğüm manzara şu idi:

Salonda herkes, yaklaşık 30-35 kişi yerde diz üstü oturuyordu. Şeyh Nazım üçlü koltukta ortada yüksekte oturmuştu. Ben içeri girince sohbet bir an durdu. Şeyh Nazım dahil herkes bana bakıyordu. Ön safta oturan arkadaşım işaret ederek ve yanında yer açarak oturmamı istedi.

Tablo beni rahatsız etmişti.

Yere oturmadım.

Doğru Şeyh Nazımın oturduğu koltuğa yöneldim ve sağ yanında ki boş yere oturdum.

Hafifçe "Selamün Aleyküm cümleten" dedim.

Bir huzursuzluk oldu.

Herkes yerde diz üstü otururken biz Şeyh Nazım'la yan yana koltukta oturuyorduk.

Başında siyah bir sarık, sırtında yine siyah bir cübbe vardı. Göz çevresindeki siyah halkaların içinden bakan iki cin gibi siyah göz ile bir an beni süzdükten sonra konuşmaya devam etti.

Ama neşesinin kaçtığı her halinden belli idi.

Sohbet konusu Osmanlı'nın ahir zamanda Mehdi öncesi yeniden bütün ihtişamı ile kurulması üzerine idi.(1999 yılı AKP'nin gelişinin taşlarının döşendiği yıllar.)

Fakat benim salona girişim ve yanına direkt oturmam konuşmanın insicamını bozmuştu. Bir kaç cümle sonra sustu ve birden bana dönü.

Kıbrıs şivesi ile "Bu arkadaşı bir tanıyalım" dedi.

"Nereden gelir nereye gidersin?" diye sordu.

Doktor arkadaşım "benim yakın dostumdur, kendisi iş adamıdır. Onu da davet etmiştim" dedi.

Ben de "Evet aslında benim buraya gelme sebebim size bir konuyu sormak ve belki de helalleşmek için" dedim.

Bana doğru hafifçe dönerek birazda istihza ile "Sor bakalım" dedi.

Herkesin meraklı gözleri bize dönmüştü. Müridlerinin de biraz gerilmiş olduğunu tahmin etmek zor değildi elbet.

Ben de yüzüne karşı soracağım soruyu sordum:

"Geçen yıl uçakta THY dergisinde sizin bir röportajınızı okudum. Siz orada İngiliz kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğunu, Prens Charles'ın peygamber sünneti ile doğduğunu ve Seyyit olduğunu söylüyordunuz.

Dünyada 600 yıl milyonlarca müslümanın katili bir sülaleyi bu şekilde aklamanıza karşılık sizin hakkınızda kötü sözler söyledim ve bedduada bulundum.

Belki bir açıklamanız olur, helalleşiriz diye geldim" dedim.

Ortalık buz gibi oldu.

Nefesler tutuldu.

Şeyh Nazım ne diyecekti?

Göz göze idik.

Ben de oldukça gergindim.

O bir kaç saniyede aklımdan geçenleri ve düşündüğüm kareleri anlatmak çok uzun sürer.

Ama orada hissettiğim şey, onun gözünde yüzlerce yıllık Türk'e kurulan emperyal tuzaklar tarihinin özeti nefret dolu bakışlar; benim gözlerimin gördüğü de İngiliz'in insanlığa yaptığı zulmün ve döktüğü kanların hesabını soran, tüm ezilen halklara ümit olan Türk milletinin Atasının mavi gözlerinin odayı dolduran ışıltısıydı.

Sonra ne mi oldu?

Tahmin edemezsiniz!

Bir anda iki elleri ile dizlerine doğru hamle yaptı ve ağzından şu cümle çıktı:

"Eveeet... Buralardan gitme zamanı geldi. Haydi eyvallah" dedi ve kalkarak salon kapısına doğru gitti. Ardından salondaki herkes ayağa kalktı ve birden salon boşaldı.

Ben koltukta yalnız kalmıştım.

Sokak kapısından gürültüyle çıkarlarken uğultudan ne dedikleri anlaşılmadı tabi.

Yani kısaca ben fakire hakkını helal (!) etmek istemedi ve kaçarcasına orayı terketti.

Bir daha da Manisa'ya tekrar geldiğini duymadık.

Elizabeth'in 9 Eylül'ün arefesinde ölümü neler hatırlattı görüyor musunuz?

Bir Türk milliyetçisi "ülkücü" olarak 50 yıllık mücadele çizgimizde öyle huzur, mutluluk ve gurur dolu anları ve zamanları yaşamak nasip oldu ki!

Atatürk'ten, Atsız hocama ve Başbuğum Alparslan Türkeş'e sonsuz rahmetler olsun!

Yetiştirdiğiniz nesiller kıyamete kadar izinizden asla ayrılmayacak ve her türlü sinsi, kirli tuzağı bozacaktır!..

Her 9 Eylül artık daha bir anlamlı ve ışık dolu olacaktır.

İzmir, sen ne efsunlu bir şehirsin!..

Düşmanlarının kraliçesini, onları denize döktüğün günün bir yıldönümü arefesinde unutmayalım diye tamuya yolcu ediyorsun!

Kıyamete kadar ay-yıldız sensiz, sen de ay-yıldızsız kalma inşallah.