Bu toprakları vatan yapanlara selam olsun...

"Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır!.." (Mustafa Kemal)

Değerli dostlar bugün sizlere bir kahramanı anlatacağım…

Bu kahraman, öyle dandik, sahte kahramanlardan değil…

Bilek var…

Yürek var...

Vatan sevgisi var…

Bayrak sevgisi var…

Yanında silah patlasa ödü kopanlardan değil bu kahraman…

Bombaya, mermiye aldırmadan şehadete koşanlardan…

Vatan yolunda ölmek var, dönmek yok diyenlerden…

Peki kim bu yiğit, Türk sevdalısı diyorsunuz değil mi?..

Anlatayım…

Yüzbaşı Şeref dersem kaçınız tanırsınız?..

Yüzbaşı Şeref...

9 Eylül 1922'de İzmir Hükümet Konağı'na Yunan Bayrağı'nı indirip, Türk Bayrağı çeken Türk subayı...

Hani, İzmir’in kurtuluşunu gösteren arşiv filminde, İzmir Hükümet Konağı’nın merdivenlerinden koşarak çıkan ve gönderden Yunan bayrağını indirerek şanlı bayrağımızı göndere çeken asker…

Türk Tarihi’nin gidişatına yön verecek olan ve 22 gün süren Sakarya Meydan Muharebesi’nin 13 Eylül 1921’de zaferle sonuçlanmasının ardından hedef belli oluyordu…

26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe’den Afyon’a, oradan Dumlupınar’a, Uşak’a ve nihayetinde İzmir’e doğru başlayan Büyük Taarruz ise, 30 Ağustos 1922’de Türk tarihine damgasını vuruyordu…

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emrini verdiğinde tarihler 1 Eylül 1922’yi gösteriyordu…

30 Ağustos zaferinden sonra Akdeniz’e doğru akan iki süvari kolordusu komutanından biri Fahrettin Altay Paşa, diğeri de Sakallı Nurettin Paşa idi…

Burada Yunan mezalimini anlatmadan geçemeyeceğim…

Ancak şunu belirtmeliyim ki; bu mezalimi çok iyi bilmesine rağmen sırf Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk düşmanlığından "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen cehennem zebanisi fesliseverler iyi okusun…

Türk kanı içmeye gelen Yunanlılar; erkeklere, çocuklara, kadınlara ve kızlara tecavüz ediyorlardı. Türk balıkçılar ve sandalcılar, zincirlere bağlanarak denize atılıp öldürülüyordu… Sanat okulu öğrencisi İhsan boğazlanmış, Sütçü Ahmet Ağa Cedit Mahallesi’nde parçalanmıştı... Karakollarda polisler boğazlanıyor direnenlerin bir kısmı bulunan kuyulara atılıyor, yakalanan askerler ya kurşuna diziliyor ya da bıçaklanıyordu. Yerli Rumlar yan yana yaşadığı Türkler’in evlerini basıp kızların ve kadınların ırzına geçiyordu.

Kordon Boyu sahili öldürülen Türklerin cesetleri ile doluydu...

Batı Anadolu’da yakılmadık köy, yıkılmadık cami kalmamıştı...

Yunanlılar girdikleri her yerde binlerce sivil halkı katletmiş, kadınlara eşlerinin yanında tecavüz etmiş sonra da hunharca öldürmüşlerdi…

Köylerde erkekler toplanıyor, erkek çocukları anne ve kız kardeşlerine tecavüze zorlanıyor tabii ki hiçbir Türk çocuğu bunu kabul etmiyor ölümü seçiyordu…

Hamile kadınların karınlarını deşiyor, bebekleri çıkarıp süngüye takarak ateşte yakıyorlardı…

Haddi hesabı yoktu zulmün…

Genç kızlar toplanıyor, önce tecavüz ediliyor sonra da diğer birliklere gönderiliyordu…

Memeleri kesilen kızlar, vücutları delik deşik edilen kadınlar, kurşuna dizilen yaşlı genç erkekler…

Kazığa geçirilen gençler…

Balta ile parça parça edilenler…

Asılanlar…

Kafası kesilenler…

Soyundurup askerlerin ortasında oynamaya zorlanan kızlar…

Tecavüzler…

Vahşet.. vahşet!..

Hangi şehre, ilçeye, köye, mezraya baksanız Yunan vahşeti...

İşte manzara bu değerli dostlar...

İzmir’e doğru gelen başta Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Altay Paşa ve Sakallı Nurettin Paşa’nın bu vahşeti gördüklerinde gözyaşlarını tutamadıkları belirtilir…

9 Eylül 1922’de ilk Türk süvarileri İzmir’e girmeye başlar. Bu ilk süvari birliklerimizin başında da Fahrettin Altay Paşa’nın gözbebeği, akıncı Yüzbaşı Şerafettin Bey yani Şeref Paşa vardır…

Yüzbaşı Şeref o günü şöyle anlatır anılarında;

“Süvari Kolordusu’nun ikinci fırkasının 4. alayının alay kumanda muavini idim. 8 - 9 gecesini Manisa ve Bornova arasındaki Sabuncu Boğazı’nda geçirdik. 9’uncu günü alelsabah harekete geçtik... Bornova’nın şimaline yaklaştığımız zaman üzerimize hafif bir piyade ateşi açıldı. Mukabeleye lüzum görmeyerek Bornova’ya dahil oldum... İki bölüğümle İzmir’e doğru süratle yürüyüşe geçtim... Mersinli’yi geçtikten sonra Tuzakçıoğlu fabrikasının önüne geldiğimizde fabrika dahilinden üzerimize ateş edildi. Dört askerim burada şehit oldu... Daha sonra kılıçları çektirdim ve Punta’ya (Alsancak) doğru yürüdüm... Punta istasyonu köşesinden hareketle Kordonboyu’na çıktık... Pasaport dairesinin önüne geldiğimizde, belinde kayışı ve kasaturası, elinde silahı olan bir sivile silahını bırakmasını söyledim. ‘Bırakmam’ diyerek elindeki bombayı üzerime attı, atımın karnı parçalandı ve öldü; ben de iki yerimden yaralandım. Süratle yürüyüşe devam ettik. Hükümet konağına geldik. Kapılar kapalıydı. Yan kapıdan girerek cephedeki kapıyı açtık. Balkona çıktığımda göğsümdeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çekerken yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya…”

Evet dostlar; 15 Mayıs 1919’da başlayan ve 3 yıl 3 ay 24 gün süren Yunan işgalinin ardından İzmir’de yeniden Türk Bayrağı dalgalanırken saatler 10.30’u gösteriyordu…

Aynı saatlerde Sarıkışla ve Kadifekale’de de Türk Bayrağı göndere çekilmişti…

Üç saat sonra Nurettin Paşa’nın süvarileri, gece yarısı da Fahrettin Paşa’nın süvarileri İzmir’e girdi…

Burada rahmetle yad edilecek bir kahraman daha var…

Tabii ki Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Parti Pehlivan’ı da unutmamak lazım…

Vatanın vatan olmasında çok büyük katkıları olan Parti Pehlivan, 9 Eylül sabahı Rum çetelerinin mesken tuttuğu Bornova'yı basar, düzenli ordudan önce Bornova üzerinden İzmir'e girer...

10 Eylül sabahı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa, büyük coşku ile İzmir’e gelir…

Burada bir bilgi daha aktaralım…

Kurtuluş Savaşı sırasında özellikle Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra 7 Ocak 1922’de Ankara Hükümeti’ni tanıyan Buhara Cumhuriyeti, Büyük Türk Hakanı Timur Han’a ait olduğu rivayet edilen 3 altın kılıç hediye eder…

Bu kılıçların biri Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, diğeri İsmet Paşa’ya hediye edilirken üçüncüsünü de İzmir’e ilk girecek askere verilmesi istenir…

İşte o üçüncü kılıç da İzmir’e getirilmiştir… 15 Eylül’de bir tören düzenlenir. Bu, kılıç törenidir… Başkomutan, İzmir’e ilk giren genç subay Yüzbaşı Şeref’i tebrik eder ve Buhara’dan gönderilen Timur’un altın kılıcı, Mustafa Kemal Paşa tarafından, Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verilir…

Gazi, genç subaydan Şerafettin isminin yanında artık İzmir adını da kullanmasını ister. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla, bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine ‘‘İzmir’’ soyadı verilir.

Evet değerli dostlar; işte bu kahraman Yüzbaşı Şeref İzmir, 1944 yılında Albay rütbesi ile askeriyeden rahatsızlığı nedeniyle emekli olur. Doktorların, savaşta aldığı yaraların yol açtığını belirttiği parkinson ve kısmi felcin yanında maddi sorunları da bulunan Şerafettin İzmir, 1951 yılında İstanbul'da vefat eder.

İşte o kahraman Yüzbaşı Şeref’in mezarını 2018 Ocak ayında ziyaret ettim ve fotoğrafladım. İstanbul, Yıldız Sarayı girişindeki Yahya Efendi Dergahı’nda uzun süre mezar taşı bile olmayan bir kabirde yatmış, daha sonra kabrine fotoğrafta gördüğünüz bu mezar taşı yapılmış…

Haaa, kendisine hediye edilen Timur Han’ın altın kılıcı ne mi olmuş?..

İzmir'de açılması düşünülen İnkılâp Müzesi'ne verilmek üzere İstanbul Valiliği'ne teslim edilen kılıç kayıp…

Evet işte böyle dostlar bir kahramanın, YÜZBAŞI ŞEREF’in hikayesi…

Ata’nın hediye ettiği kılıca bile sahip çıkamayan ve hırsızların eline teslim edenler, kahramanlarına ne kadar sahip çıkar!..

Ders alınır mı?..

Bilmem….

Hayırlı günler diler, vatandaş Halis Güler…

Selamlar, sevgiler...