Türk Müslümanlığı İslamın neresinde? Ankara'dan İstanbul'a gidiyorsunuz. Trendeki koltuk arkadaşınızla -tanışmıyor olsanız bile- bir iki saat sohbet edebilirsiniz.

Tarikat "Allah'a giden yol" olarak tanımlanır. Kendilerini "Allah yolcusu" ilan eden iki ayrı tarikat mensubunu Ankara-İstanbul treninde yan yana oturtun. Önce hafiften el-ense çekerler, ardından birbirlerini kafir ilan ederler. Diyarbakırlı Ramazan Hoca gibi ileri giderseniz kalbinize bıçağı saplarlar.

Hani bunlar Allah yolcusu idi?..

Türkiye'de birbiri ile iyi geçinen, birbirlerini kafir ilan etmeyen hiçbir tarikat yoktur. "İslam hoşgörü dinidir" diyenler onu külahıma anlatsınlar.

Suudi müftüleri "Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler" dediğinde kimse kızmasın, sesini yükseltmesin. Türk Müslümanlığında ahlak şartı da kaldırılmış. Eski Diyanet Başkanı Ali Bardakoğlu öyle diyor.

★★★

ZENCİ KÖLELER, "MEVALİ" TÜRKLER

İngilizler, Fransızlar, İspanyollar Afrika'dan kaçırdıkları zencileri Hristiyan yaptılar ama hiçbir zaman kendilerine eşit görmediler, zencileri köle pazarlarında uşak olarak sattılar.

İslamı yayma adına Araplar önce İran’ı talan ettiler sonra Türkleri hedef aldılar. İslamı yayma adı altında Türk Yurtlarını 75 yıl süreyle yağmaladılar. Zenginliklerini Arabistan’a taşıdılar. Türk gençlerini esir pazarında sattılar, Türk kızlarını cariye olarak kullandılar.

Kuteybe adlı Emevilerin Horasan Valisi "Türk kafası getirene 100 dirhem altın" veriyordu. Araplar obaları basıyor, çoluk-çocuk demeden Türklerin kafasını kesiyor ve Kuteybe'ye taşıyordu. Araplar Türk kafası kesmekten yorulmuşlardı. Şehir girişlerinde kilometreler boyunca sıralanan ağaçlarda astıkları Türk cesetleri sallanıyordu. Katledilen Türk sayısının yüz binleri aştığı kayıtlarda vardır. İşte bu yüzden Arap tarihçiler "Türkler İslamiyeti gönüllü olarak seçmedi, kılıç zoruyla onları Müslüman yaptık" diye yazarlar.

Ne Osmanlı, ne Cumhuriyet döneminde Türk-Arap ilişkileri doğru bir şekilde ele alınmamıştır hatta hiç yazılmamıştır. Milli Eğitimin ders kitaplarında yukarıda kısaca özetlediğim bilgileri bulamazsınız. Ders kitaplarından vazgeçtim de Ülkücü gençlerin kitaplarını okuduğu milliyetçi yazarlar da "Türk-İslam Ülküsü'ne ters düşerim, dışlanırım" korkusu ile bu konuları yazamamışlardır. Diğer taraftan K. Mısıroğlu'nun, Necip Fazıl'ın kitapları Ülkü Ocaklarında kamyonlar dolusu satılmış ve okutturulmuştur.

Amerika'da Hristiyan İngilizler'in Hristiyan zenci kölelere bakışı ile Müslüman Arapların Müslüman Türklere bakışı arasında hiç fark yoktur. Zaten bu yüzden Araplar Türklere "mevali" demiştir. Mevali yani sonradan Müslüman olmuş köle, bildiğiniz köle yani...

Türkler "mevali"nin ne anlama geldiğini araştırmadan çocuklarına ad olarak vermeleri de başka bir yanlışlıktır.

İletişim çağında Arap dünyasının Suriye'ye yaptığımız askeri harekâtlarda, Kıbrıs konusunda, Yunanlılarla Ege anlaşmazlığımızda, hatta Karabağ Savaşı'nda hep Türk milletinin karşısında yer almaları Allah'ın Türklere bir yardımıdır. Bu yardıma rağmen siyasal İslamcıların ve ülkücülerin bir yarısının Araplar için "ümmet kardeş" davulu çalması akıl tutulmasıdır.

★★★

Ana sütü gibi tertemiz Türkçe sözcüklerimiz vardı. Onlara nasıl kıydılar?.. Yerlerine neleri getirdiler?..

1. Bakanlar kurulu. Tam 50 yıldır kullanıyorduk; şimdi attık çöpe ve Fransızca "cabin"i getirdik. Kabin küçücük oda demek. "Sağlık kabini" gibi yani... "Kabine toplandı..." Neee?.. Küçük odalar mı toplandı?..

Yerin dibine batsın sizin yerli ve milli söyleminiz.

2. Tanıtma, tanıtım: Ne güzel Türkçe sözcüklerdi bunlar. "Turizm ve Tanıtma Bakanlığı", "Türk Tanıtma Fonu" olarak devlete de yerleşmişti. Gavurca hayranı sahte yerli, sahte milliciler bunu da çöpe atıp "lansman" kullanmaya başladılar.

Lansmanınız da başınızda parçalansın.

3. Tıka basa, tıklım tıklım: Açıklamaya gerek yok, tarladaki çiftçi de anlar, dağdaki çoban da... Bunları kullanmak varken Farsça "lebalep" sürdüler önümüze... "Leb" dudak demek, "lebalep" dudak dudağa... Herkesin önünde dudak dudağa öpüşmek kadar çirkin, kaba bir sözcük.

Lebinizi arı soksun!..

Tamam bunları kullanın da "yerli ve milliyiz" demeyin ama.

Yozluk böyle bir şey işte.

★★★

Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Samsun'daki konferansında şunları söyledi:

"Geçenlerde bir hocamız alan araştırması yaptı ve bir soruya çok canım sıkıldı. Soru şuydu: 'Dindar olmak ahlaklı olmayı gerektirir mi?' Cevap verenlerin yüzde 80'i 'Hayır, gerektirmez' cevabını verdi. Teorik entelektüel olarak doğru olabilir bu cevap. Cevap verenler Kant'ı okuyarak değil, hale bakarak cevap veriyorlar. Bu vahimdir. Bu soruya bir Müslüman ülkede 'hayır efendim, bir insan dindarsa ahlaklıdır' denilmesi gerekirdi. Müslümanlıkla ahlak birbirinden hayli ayrıldı. Günümüz insanı 'dindar ahlaklı olmayabilir' diye düşünebiliyor" ifadelerini kullandı.

Oh Müslümanlar ahlaklı olmak gereğinden de kurtuldular. Oldu da bitti maşallah!..

★★★

4 Yıl Önce Yazmışım:

O benim delimdi.

Kanser illetine yakalandığı günlerde bir gün aradı:

"Alper Hocaaa" dedi, "Benim maceralarımı yazmaya ara verdin, silahım yok ama bastonumu alır, gelirim Ankara'ya..."

Sayfamda kullandığım "Deli İsmet'in Maceraları" manşetini takipçilerim hatırlar.

Bugün Maraş'ta cenazesi defnedilecek.

Ben de onu bir hatırası ile uğurlayım dedim

Eskiden bizim ne güzel delilerimiz vardı.

Delilerimiz bile şiir yazıyordu ülküdaşına.

Yumruk sallamıyordu...

Delilerimiz bile gönül ehliydi.

Git güle güle Deli İsmet.

DELİ İSMET'TEN İNCİLER:

12 Eylül İhtilalinden sonra idamlar başlamıştır. Maraşlı Deli İsmet Adana Cezaevi'nde fiyakalı bir koğuş başkanıdır... Koğuşu göz ucuyla süzerken "Adana Cezaevi'nden kimi idam ederler?" diye düşünür.

İsmet'in bankosu Recep Küçükizsiz'dir.

"Ne olur, ne olmaz... Recep idam edildiğinde ardından şehit şiiri yazmaya zaman bulamayabilirim" diye düşünerek oturur, bir şiir yazar Recep'e... Günlerce uğraşır ama...

Fakat aylar, yıllar geçer, Recep bir türlü idam edilmez.

Şiir ezberindeydi, okudu, dinledim, sonra üzgün bir şekilde elini havada salladı:

"Ya sorma Hocam!" dedi, "İdam edilecek diye peşin peşin şiir yazdım. Recep idam edilmedi, benim şiir de boşa gitti."

"Yani Recep'in idam edilmediğine sevinmiyorsun, şiirin boşa gittiğine mi üzülüyorsun?.."

"He valla... Çok emek verdim o şiire..."

★★★

TÜRKİYE’DEKİ HIRSIZLIĞIN TARİHİ KÖKLERİ

İslam hukukuna göre dünya darülharp ve darülislam olmak üzere ikiye ayrılır. Darülharp kafirlerin hükmettiği düşman ülkesi demektir. "Düşman ülkesinin malını çalmak Müslümana helaldir" anlayışına inanların varlığını 17. yy da yaşamış Evliya Çelebi de kitabında yazar. 12. yy da yaşamış İranlı Şair Sadi-i Şîrâzî’nin Gülistan’ında da şöyle bir beyit geçer:

"Mal-ı kâfir hest ber-mü'min helâl" yani: Kâfirin mali Müslüman'a helaldir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu bir türlü hazmedemeyen cahil halk tabanı Ak Parti içinde yuvalanmıştır. Bu tabana göre TC islami hükümlerin geçerli olmadığı bir darülharp ülkesidir. Böyle olunca da devleti yağmalamak helaldir. Evliya Çelebi ve Sadi'nin varlığından bizi haberdar ettiği "Darülharp malı Müslümana helaldir" anlayışı son 20 yılda timsah iştahı ile devleti yağmalamıştır.

Birçok İslam bilgini "Kafirin malını çalmak haramdır" dese de Müslümanlar 1000 yıldır çalmaya devam etmişlerdir; günümüzde olduğu gibi.